Türkün Yüce Tarihi | Genel Kültür - Tarih Sitesi

fatih sultan mehmet donemi 4


Fatih Sultan Mehmed Dönemi [4]
FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI | FÂTIH'IN KARADENIZ SIYASETI

Bilindigi gibi Osmanlilar, eskiden beri Anadolu birligini kurmak ve burada güçlü bir Müslüman Türk Devleti meydana getirmek için ugrasiyorlardi. Bu gayelerine ulasmak için gösterdileri gayretlerinin bir sonucu olarak onlar, Anadolu'nun büyük bir kismini hakimiyetleri altina almaya muvaffak oldular. Bununla beraber, kuzeyde Karadeniz'e kiyisi bulunan kisimlar (Samsun hariç), baskalarinin elinde bulunuyorlardi. Bunlar, Trabzon Rum Imparatorlugu, Isfendiyarogullari Beyligi ve Amasra (Amasteri) Cenevizlilerin idaresinde idi. Karadeniz'in bu sahil bölgesinde büyük ve önemli birçok sehir bulunuyordu. Istanbul'u feth etmis bulunan Osmanlilarin, gerek ekonomik, gerek siyasî gerekse dinî bakimdan buralara da hakim olmasi icab ediyordu. Osmanlilarin bu niyetini fark eden Venedik ve Ceneviz gibi deniz ticareti ile geçinen devletler, Istanbul'un fethi üzerine büyük bir telasa kapilmislardi. Dogrusunu söylemek gerekirse bu durum sadece onlari degil, Avrupa'yi da ciddi endiselere sevk etmisti. Dogudaki bazi küçük beylik veya emîrlikler ise, siranin yavas yavas kendilerine gelecegini düsünüyorlardi. Bu sebeple, Osmanlilara karsi bir dogu ve bati ittifaki tehlikesi ufukta görünüyordu. Bir taraftan, Bati'nin böyle bir hareket için Anadolu emîrliklerini tahrik etmesini önlemek, diger taraftan da Anadolu birligine vücud vermek ve devlet merkezinin hem jeopolitik, hem de askerî emniyetini temin için, Karadeniz sahillerini elde bulundurmak gerekiyordu. Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmed, buralari elde edebilmek için bir plan hazirlar. O, hazirladigi planinin geregi olarak ayni mevsimde arka arkaya üç sefer tertiplemek zorunda kalir.

Fâtih, düsünce ve hareketlerini gizli tutmakla meshurdur. Seferin nereye yapilacagini kendisinden baskasi bilmezdi. Karadeniz seferinde de bu gizlilige riayet edilmisti. O, donanmayi, Vezir-i a'zam Mahmud Pasa komutasinda sevk ederken, kendisi de karadan hareket etmisti. Hedefin neresi oldugunu bir münasebetle soran kadiaskere "Hocam, eger sakalimin tellerinden biri, zihnimden ne geçtigini bilecek olursa onu bile hemen koparir yakarim" diyerek, askerî harekât esasinin gizlilik oldugunu göstermis olur.

Fâtih Sultan Mehmed bakimindan Karadeniz sahillerinin fethi büyük bir önem tasiyordu. Hatta o, simdiye kadar dedeleri tarafindan buralarin (Amasra gibi) fethedilmemis olmasini hayretle karsiliyordu. Gerçekten o, Amasya için Mahmud Pasa'ya: "Mahmud! Ol hisar ne yerdir kim âni benim atam dedem almadi?" diyerek, atalarinin simdiye kadar burayi almamalarini adeta tenkid konusu yapar. Zeki sadrazam, Fâtih'in bu sorusunu: "Sultanim bunun alinmadigina sebep ol kim Hak Teâlâ'nin takdirinde bu, feth olunmak sultanim elinden ola" diyerek, bu fethin, Allah tarafindan kendisine nasib olacagini söyleyerek cevaplamisti. Bu cevabiyle o, bu ise hemen baslanabilecegini de ima etmis oluyordu.

Amasra, Cenevizlilerin önemli bir ticaret merkezi idi. Istanbul'un fethinden sonra müskül bir duruma düsmüs olmasina ragmen eskiden oldugu gibi hareketlerine devam etti. Gerçi buradakiler, bir miktar vergi veriyorlardi. Fakat bunu bazan zamaninda bazan da geç veriyorlardi. Bununla beraber etraflarini vurmaktan ve bilhassa denizde soygunculuk yapmaktan da vazgeçmiyorlardi. Böylece, bir yilda verdikleri vergiyi adeta bir günde geri aliyorlardi. Bundan baska bu sehir, Anadolu'dan kaçan esirlerin sigindigi bir yerdi. "Memâlik-i müslimine hayli zarar edüp nice kimseleri girift edüp diyar-i efrence gönderip bey'eden" ve Karadenizde sefer yapan Müslüman gemilerine bilhassa musallat olan Amasralilar, bu taarruzlarinin sebebi soruldugu vakit inkâr ediyor, bunu yapanlarin "levent gemileri" oldugunu ve bunlarin kendilerini de dinlemediklerini söylüyorlardi. Aradaki anlasmalari birkaç defa bozan Amasralilarin, Istanbul'un zaptindan ve Osmanlilarla Cenevizlilerin arasinin açilmasindan sonra, etraftaki tecavüzleri daha çok artmisti. Amasralilarin yaptiklarina son vermek ve problemi temelinden halletmek üzere kendisi karadan, Mahmud Pasa da denizden Amasra'ya gidip sehri kusatma altina alirlar. Bu kadar muazzam bir ordu ile basa çikamayacagini anlayan Amasra idarecileri, Mahmud Pasa'nin ikna edici konusmasi karsisinda teslim olmuslardi. Onlar, pâdisaha sehrin anahtarini teslim etmekle hayatlarini kurtardilar. Böyle bir hareketten dolayi pâdisah onlari esir muamelesine tabi tutmamisti. Fâtih, basta tekfur olmak üzere Amasralilarin ileri gelenlerini Istanbul'a gönderdi.

Silah kullanmadan Amasra'yi ele geçiren Fâtih Sultan Mehmed, Bursa'ya dönmüsken tekrar Karadeniz'e yönelir. Burada müstahkem bir kale olan Sinop'ta Isfendiyaroglu Ismail Bey hüküm sürüyordu. Mahmud Pasa'nin teklifi ve idareci özelligi ile olsa gerek ki Mahmud Bey ile Isfendiyaroglu arasindaki konusmalardan sonra Ismail Bey, Fâtih Sultan Mehmed'e bey'at edecektir. Halbuki o sirada, Ismail Bey'in idaresinde Sinop'ta 400 top, 2000 topçu, limanda demirli birçok gemi ve onbin muharip asker vardi. Buna ragmen böyle bir kalenin, silah atilmadan teslim olmasini, Ismail Bey'in ne derece büyük bir iman sahibi oldugunu ve Anadolu birliginin kurulmasina taraftar bulundugunu, bunun da ancak Istanbul'un Fâtihi vasitasiyla mümkün olacagina olan inanci ile izah etmek mümkündür. Ismail Bey, Fâtih'e bey'ata karar verirken kendisinin sahib bulundugu yüksek dinî suur ve fazileti ile birlikte, Sultan'in Istanbul'u fethetmek suretiyle Islâm âleminde kazanmis oldugu prestijin de etkisinin bulundugu söylenebilir. Ismail Bey, vezir-i âzamin delâletiyle ordugahta Osmanli ricali tarafindan büyük bir merasimle karsilanmisti. Hatta Fâtih bile çadirinda ayaga kalkip birkaç adim yürümek suretiyle onu karsilamisti. Nitekim Dursun Bey "Erkân-i devlet, Ismail Beg'i izzet ü ikram ile pâye-i serir-i saltanata yitistürdiler. Pâdisah dahi visaktan tasra bir kaç kadem istikbal edüp musafaha ma'nasi oldi." diyerek bütün bir devlet erkâni ile birlikte pâdisahin da onu karsiladigini anlatir. Iskenderoglu'nun, Fâtih'in elini öpmeye kalkismasi üzerine hükümdar: "Ismail Bey, sen benim ulu kardasimsin, reva midir kim elim öpesin" diyerek bu hükümdari tahtinda kendi yanina oturtmustu. Dirlik olarak Ismail Bey'e istedigi Yenisehir, Inegöl ve Yarhisar kazalari verilmistir.

Pâdisahin, Koyulhisar seferine çikisini firsat bilen Karamanoglu Ibrahim Bey, Ismail Bey'e haber göndererek, isyan etmek için zamanin müsait oldugunu bildirir Karamanoglu'nun birlikte hareket edebilecekleri teklifine karsilik Ismail Bey, böyle bir seye riza gösteremeyecegini söylemisti. Bu durumun Osmanlilarca duyulmasi üzerine bir ihtiyat tedbiri olarak, Ismail Bey'e dirlik olarak Filibe verilerek kendisi oraya gönderilmisti.

Bizans Imparatorlugu'nu ortadan kaldiran ve Mora'daki Rum varligina son veren Fâtih Sultan Mehmed, Latinleri kendi aleyhine tahrik etmek isteyen Trabzon Rum Imparatorlugu'nu da ortadan kaldirmaya karar vermisti.

Tek bir nefes sehid vermeden ve bir ok dahi atma ihtiyaci hasil olmadan Amasra, Kastamonu ve Sinop'u alan Osmanli hükümdari, birbirine bagli üç kisimdan meydana gelmis olan Trabzon kalesini hem denizden hem de karadan kusatir. Bu durum, Imparator David Komnen'i ümitsizlige düsürür. Hamisi olan Uzun Hasan'dan da yardim alamayacagini anlayan imparator, Mahmud Pasa'nin akrabasindan olan bas mabeyincisi Yorgi Amiruki vâsitasiyle Mahmud Pasa ile anlasarak sehir ve kaleyi teslime karar verir. Imparator, Pâdisah adina Mahmud Pasa tarafindan yapilan teklifi kabul eder. Böylece, 258 sene devam eden Trabzon Imparatorlugu 26 Ekim 1461 (21 Muharrem 866) günü tarihe karisir.

Karadan Trabzon üzerine varmakta olan Fâtih Sultan Mehmed'e elçilik heyeti ile birlikte Uzun Hasan'in annesi Sâre Hatun da gelmisti. Fâtih, Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'in annesine büyük bir saygi göstererek ona "ana" diye hitab etmisti. Ordusuyla Trabzon'u çeviren sarp daglari asarken zaman zaman yaya yürümek zorunda kalan pâdisaha Sâre Hatun: "Hey ogul! Bu Trabzon'a bunca zahmet nedendir?" diye sorunca, Fâtih su manidar cevabi vermisti: "Hey ana, bu zahmet din yolundadir. Zira bizim elimizde Islâm'in kilici vardir. Eger bu zahmeti çekmezsek bize gâzi demek yalan olur. Bugün yahud yarin huzur-i Ilâhîye çikinca mahcub olurum" diyerek gazilik ünvani ile cihâd ve bu ugurdaki çalismaya nasil ehemmiyet verdigini anlatmak ister.

Kurtulus ümidi görmedigi için teslim teklifini kabul eden imparator, sekiz oglu ile birlikte Edirne'ye göndermisti. David'in en küçük oglu hak dini kabul ederek Islâm'la müserref olmustu. Böylece Bizans'in son Anadolu bakiyyesi de Osmanli ülkesine katilmis oldu.

FÂTIH'IN IÇ VE DOGU ANADOLU SIYASETI

Toros daglari ile Anadolu'nun kuzey daglari arasinda uzanip giden ve Uzunyayla'ya kadar devam eden Orta Anadolu ile, bunun ötesinde baslayan Anadolu'nun dogu kismi üzerinde, bilhassa Firat'a kadar kadar olan sahada, Fâtih Sultan Mehmed, Osmanli Devleti'nin bir bütün teskil ettigine inanmis gibi idi. Halbuki Orta Anadolu'nun büyük bir kismi ile Dogu yaylalarinin bütünü devletin sinirlari disinda kalmisti. Her iki bölgede hüküm sürmekte olan beylikler, Osmanlilari her bakimdan tehdid eden bir mevkide bulunmakta idiler. Konya, Karaman, Larende ve civarina, hatta Toroslarin güneyinde denize kadar olan sahalara sahip olan Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, "Hiristiyanligi takviye ederek Müslümanligi zaafa ***ürmeye" çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu devlet, Yildirim-Timur karsilasmasindan sonra tekrar meydana çikarak, Çelebi Sultan Mehmed zamaninda ve II. Murad devrinde durmadan Osmanlilar aleyhine faaliyette bulunmustu. Fâtih'in, küçük yasta tahta çikmasini da firsat sayan bu devlet, Orta Anadolu'da yeni bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok sür'atle hareket edisi buna imkan birakmamisti. Ancak Fâtih biliyordu ki, Karamanlilar bir firsat vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi. Anadolu'nun öteki kisimlarinin güvenligi ve nihayet Türk birligi bakimindan buralarinin da Osmanli topraklari içerisinde bulunmasini zaruri sayan Fâtih Sultan Mehmed, bu beylige hiç bir hak tanimamak suretiyle ortadan kaldirmayi belki daha önceki tarihlerde tasarlamis, fakat hadiselerin seyri, onun gözlerini baska taraflara çevirmesine sebep olmustu.

Yakin, uzak Osmanlilarin aleyhindeki her tesekküle el uzatan Karaman Beyligi'nin, Ibrahim Bey'in ölmesinden biraz sonra, durumu büsbütün naziklesti. Osmanli topraklarinin dogusunda bulunan ve gittikçe kuvvet kazanan Akkoyunlu Devleti'ne gelince o, Osmanlilar için gün geçtikçe daha ciddi bir tehlike konusu olmaya basladi. Nitekim Karadeniz sahillerine göz dikmis olan bu devletin yönecitileri, Trabzon Rum Imparatorlari ile akrabalik tesis etmis, bu yüzden Fâtih'in Trabzon'u almak isteyisine mani bile olmaya çalismislardi. Bu mani olmak isteyiste, Trabzon Imparatorlugu'nu müdafaa etmekten ziyade bu topraklarin, Fâtih'in eline geçmesini önlemek gayesi vardir denebilir. Bundan baska Isfendiyar topraklari üzerinde hak iddia edebilecek bir mevkide olan Kizil Ahmed Bey'i kabul edip himaye eden ve onu Osmanlilara karsi elinde bir silah gibi tutan Uzun Hasan, Osmanli-Akkoyunlu sinirlari üzerinde hadiseler çikarmaktan da çekinmiyordu. Ayrica Osmanlilarla Karaman Beyligi arasinda çikan anlasmazligi da firsat bilen Uzun Hasan, Karamanogullarina sadece siyasi yardimda bulunmakla degil, ayni zamanda fiilen asker göndermek suretiyle de yardim ediyordu. Iste bütün bu hareketler, Fâtih'i ister istemez dogudaki bu tehlike ile mesgul olmaya sevk etti.

KARAMAN MESELESI

Osmanlilarin en büyük hasmi olup Çelebi Sultan Mehmed'in damadi olan Karamanoglu Ibrahim Bey, otuz dokuz sene hükümdarlikta bulunduktan sonra hicrî 868 (m. 1463)'de vefat etmisti. Ibrahim Bey, yedi oglundan en büyügü olan Ishak Bey'i, Osmanlilarla kan bagi olmadigi için çok seviyordu. Annesi bir cariye olan Ishak Bey'i veliaht yapmis ve merkezi Silifke olmak üzere Içel valiligine tayin etmisti. Daha sonra da bütün devlet islerini ona birakinca öteki kardesler buna itiraz etmislerdi. Bu hareketin basinda bulunan Pir Ahmet Bey, Konya'nin ileri gelenleri ile anlasarak hükümdarligini ilan etmisti. Böylece Karaman mirasi meselesi ortaya çikti. Uzun Hasan, devam eden bu miras isine karisma sevdasina düstü. Anadolu'daki Müslüman Türk beyliklerine karsi insafli bir sekilde muamele eden Osmanli hükümdari, sonunda Konya'ya girerek, Taseli taraflari hariç olmak üzere bütün bir Karaman ülkesini topraklarina katar. Fâtih Sultan Mehmed, Konya'da adina sikke kestirdigi gibi, sehzâdesi Mustafa'yi da buraya vali olarak tayin eder. Vezir-i a'zam Mahmud Pasa'yi Toroslara kadar göndererek ülkenin ilhakini tamamlar.

Mahmud Pasa, Konya'ya dönünce buradaki is ve sanat erbabinin Istanbul'a yollanmasi isi ile görevlendirilir. Pasa'nin bu icrasinda bazi sikâyetler meydana gelir. Öyle anlasiliyor ki Pasa da yaptigi bu isten pek memnun degildir. Hatta bunlara karsi "ihtiyar benim elimde degil, mazuruz" dedigi rivayet edilmektedir. Rum Mehmed Pasa, Mahmud Pasa'nin haksizlik yaptigini, sadece fakirleri hicret ettirdigini söyleyerek sikâyetlerde bulunur. Bu arada onun, Mevlana'nin torunlarindan birini de bunlarla birlikte yolladigi, fakat Fâtih Sultan Mehmed'in bunu ögrenmesi üzerine o zati hediyelerle tekrar geri gönderdigi rivayet edilir. Osmanli idaresine yeni alistirilmakta ve hatta isindirilmakta olan bir memleketin halki hakkinda icra edilen bu neviden muameleler yüzünden artan sikâyetler üzerine Mahmud Pasa, vazifeden alinarak yerine Rum Mehmed Pasa tayin edilir.

Karaman probleminin tamamen ortadan kalkmasi için çaba sarfeden Osmanlilara karsi Akkoyunlu Devleti de bütün gücü ile Karamanlilari destekliyordu. Hatta bu maksatla Uzun Hasan, 50 bin kisilik bir kuvveti yardima göndermisti. Yapilan savaslarda galip gelen Osmanlilar, Karamanlilarin elinde kalan son kaleleri de almaya muvaffak olmuslardi. Son olarak Kayseri ile Nigde arasinda bulunan Develihisar, Karamanogullari adina müdafaa edilmekte idi. Kale komutani Atmaca Bey, kaleyi Sehzâde Mustafa'ya teslim edecegini bildirince, sehzâde kaleyi teslim alarak Karaman gailesinin son kalintisini da ortadan kaldirir. Bu arada hastalanan sehzâde, kaleyi teslim alip dönerken 19 Agustos 1474'te Bor'da vefat eder. Sehzâde Mustafa'nin ölümünden sonra Karaman Valiligi'ne Cem Sultan getirilmisti. Cem Sultan'in iyi meziyetleri, Karaman halkinin Osmanlilara tabi olmasinin önemli sebeplerinden biri olarak kabul edilmektedir.

OSMANLI-AKKOYUNLU REKABETI VE OTLUKBELI ZAFERI

Uzun Hasan, hükümdarlik tahtina oturuncaya kadar Akkoyunlular pek fazla önem tasimiyorlardi. Fakat onun is basina gelmesi ile birlikte durum degisti. Çünkü o, Karakoyunhükümdari Cihansah ile Mâveraünnehr hükümdari Ebu Said Miransah'i öldürmeye ve topraklarini da kendi ülkesine katmaya muvaffak olmustu. Daha sonra Horasan hükümdari Hüseyin Baykara'yi yenerek topraklarindan bir kismini almis olan Uzun Hasan, bu suretle Firat havalisinden Maveraünnehr'e kadar uzanan büyük ve kuvvetli bir devlet kurmus oldu. Topraklarinin genislemesi nisbetinde, gururunun da arttigini gördügümüz Akkoyunlu hükümdarinin ayrica bir "Cihangir" olmak sevdasi da vardi. Iste bu düsüncesi ve kendisini çok üstün görüsü, onu Osmanli topraklarini alma sevdasina düsürdü. O, Fâtih Sultan Mehmed'i de yenebilecegini tahmin ediyordu. Hatta rivayet edildigine göre o, Ebu Said'i maglub ettigi gün, atini meydana sürmüs ve "Bu diyarin serdarlari, secaatin âsârini gördüler, firsat el verirse bu nöbet isterim ki, cür'et ve celâdetim Hüdâvendigâr'a (Osmanli hükümdari) gösterem," demisti.

Galibiyetleri ile magrur olan Uzun Hasan, Osmanlilara üstün gelecek durumda oldugunu tahmin ediyordu. Bundan dolayi Osmanlilardan kaçan Karaman ve Candarogullarini bir büyüklük eseri olarak ayni zamanda kabul etti. Bunlar, devamli olarak Hasan Pâdisah'i Osmanlilar aleyhine tahrik ediyorlardi. Nihayet bu emellerinde muvaffak oldular. Bu muvaffakiyet de 1472 yilinda Osmanlilara ait olan Tokat sehrinin Uzun Hasan kuvvetleri tarafindan yakilip yikilmasi ile kendisini belli etmisti.

Uzun Hasan, Osmanlilarla harp halinde bulunan Venedik Cumhuriyetinin, Osmanlilar aleyhinde kendisine ittifak teklifi üzerine daha 1463'te bunlarla anlasmisti. Bundan baska yine Osmanli-Venedik muharebesi esnasinda Hasan Bey, Venediklilerle ittifak etmis olan Haçlilarla birlikte hareket için bunlarla görüsmek üzere Rodos'a elçiler göndermisti. O, bu elçilik heyeti vasitasiyle Osmanlilara ait Tokat sehri ile daha baska bazi mühim sehirleri isgal ettigini de Haçlilara bildirmisti. Uzun Hasan, 1472 yilinda Venediklilere yeni ittifak teklifinde bulunmus, bu teklif, Venedik elçisi Katerino Zeno vâsitasiyle derhal senatoya bildirilerek Akkoyunlu ordusu için top ve topçu ustasi istenmisti.

Bütün bu hareketlerin ötesinde Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'a bagli kuvvetlerin, Osmanli hududlarini geçerek taarruz etmesi, Osmanlilari bu meydan okumaya karsilik vermeye zorladi.

Fâtih Sultan Mehmed, Uzun Hasan üzerine hareket etmeden önce kis mevsiminde ondan gelen mektuba agir bir cevapla mukabelede bulunmustu.

Bu mektupta Fâtih Sultan Mehmed, Uzun Hasan'in yaptiklarindan, ehl-i Islâm üzerine gidip onlara zulümde bulunmasinin dogru olmadigi, eger yapabiliyorsa din düsmanlari ile savasmasi gerektiginden bahs ederek, yapilan haksizligi ortadan kaldirmak için bizzat kendisinin gelecegini bildirir.

Gerçekten de Frenklerle ittifak yapmis olan uzun Hasan, Osmanlilarla yapacagi muharebeyi makul gösterebilmek için onlardan Kapadokya ile Trabzon Imparatoru'nun kizinin kocasi olmasi hasebiyle Trabzon'u istemekte idi. Iste Fâtih Sultan Mehmed bu istekler karsisinda agir bircevap yazar. Bu cevabinda o, bundan böyle elçisinin ok, sözünün de kiliç oldugunu söyleyerek Akkoyunlu hükümdarini, kozlarini paylasmak ilkbaharda üzere harbe davet eder.

Osmanli ordusu, 13 Zilkade 877 (11 Nisan 1473) Pazar günü, Fâtih'in komutasinda Üsküdar'dan hareket eder. Iznik yolu ile Yenisehir'e gelini. Beypazari'nda Karaman valisi Sehzâde Mustafa, Kazabat'ta da Amasya Valisi Sehzâde Beyâzit, emirlerindeki kuvvetlerle orduya katilirlar. Farkli rivayetler bulunmasina ragmen bu katilimlarla ordunun yekunu takriben seksen bes bin kisiye ulasir.

Tarihte "Otlukbeli Zaferi" diye söhret bulan bu savasta, Osmanli ordusu büyük bir zafer kazanarak dogudaki bu tehlikeyi bertaraf eder. Bütün kaynak eserlerde tafsilatli bir sekilde kendisinden bahsedilen bu zaferden uzun uzadiya bahs etmek istemedik.

Fâtih, galip gelmisken kendisi gibi Türk ve Müslüman olan, ayni zamanda Oguzlarin Bayindir koluna mensub bulunan Akkoyunlu kuvvetlerini takip ettirmedigi gibi Türk ve Müslüman olan ülkesine de dokunmadi.

Kemal Pasazâde, bu takip etmeyis hadisesini Sehzâde Bayezid'in hizmetinde bulunan Halil Pasa'nin oglu Ibrahim Pasa'nin agzindan nakl etmekte ve onun, bunun sebebini Fâtih'e sordugunu, ondan "gâyenin saltanat yikmak degil, Uzun Hasan'a ders vermek oldugu, Islâm memleketlerini tahrib ile Islâm hükümeti yikmanin dogru bulunmadigini, öte taraftaki gaza harplerini birakip, burada Müslümanlarla ugrasmanin iyi bir sey teskil etmedigi" cevabini aldigini nakl eder. Bu cevap, hükümdarin, ne denli yüksek bir telakki ile hareket ettigini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Nitekim Âsik Pasazâde de Fâtih'in bu hareketini "Mürüvvetle vilayetin yikmadi, yine kendi vilayetine teveccüh etti" diye takdir etmekte ve Osmanli hanedaninin adalet, insaf ve fazilet ile muttasif bulundugunu açiklar. Osmanli Devleti'nin, Timur'dan beri karsilastigi bu en büyük tehlikenin atlatilmasinda ve zaferin kazanilmasinda rol oynayan baslica âmil, Osmanli askerî kudret ve teskilâtçiligi ile atesli silahlardaki kiyas kabul etmez üstünlügüdür. Otlukbeli zaferi, Osmanlilara karsi yapilmis olan sark ve garb ittifakinin bir cephesini tamamen tesirsiz hale getirmisti. Fâtih, bundan son derece memnunluk duydugundan ve kendisine bu imkani hazirladigi için Allah'a sükran hislerini ifade etmek üzere, ordusunun almis oldugu bütün esirlerin âzâd edilip serbest birakilmasini emreder. Böylece, Osmanli adalet ve müsamahasinin en güzel örneklerinden birini daha vermis olur. Bu suretle de o, halka karsi âdil olan idaresinin nümûnelerini göstermis oluyordu. O, Oguz boylari arasindaki çekismenin bütün yan tesirlerini izale ederek ihtilaf sebeplerini silmek istiyordu. Bu da Islâm dünyasinda, kendisi ve devleti için büyük bir sempatinin dogmasina vesile oluyordu.

Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz ki, Fâtih Sultan Mehmed, çok kisa bir zamanda büyüyüp gelismis ve Omanlilar için korkunç bir tehlike haline gelmis olan Akkoyunlu Devleti'ni, Otlukbeli zaferi ile tehlikesiz bir hale getirmisti. 1473'te kazanilan bu zafer, Uzun Hasan Devleti'nin sür'atle çökmesine ve nihayet ortadan kalkmasina âmil olan sebeplerin basinda gelmektedir. Bu zaferden sonra, Osmanlilar aleyhine harekete geçmis olan Haçlilarin ümitleri de kirilmis oluyordu.

FÂTIH'IN GÜNEY SIYASETI

Cihan tarihinin gördügü en büyük hükümdarlardan biri olan Fâtih Sultan Mehmed'in, Anadolu birligini saglamak ve hatta bir bakima Islâm birligini temin için büyük bir gayret içinde oldugu kabul edilmelidir. Onun, Osmanli devlet sinirlarini Tuna ve Italya'ya dayamak istedigi kesinlik kazanmis görünmektedir. Karadeniz'in bütün sahillerini almak ise, onun düsüncelerinin basinda gelmekte idi. Bununla beraber, kendi ülkesinin güneyinde uzanan topraklar üzerinde, verilmis bir kararinin olup olmadigini söylemek pek mümkün degildir. Zira hâdiseler, Fâtih Sultan Mehmed'in bu bölgelerle ilgilenmesine imkân vermemisti. Serbest kalip buralarla mesgul olmaya basladigi siralarda, bu sefer de ölüm, ona bu yolda yürümeye izin vermemisti.

Fâtih'in, Hicaz su yollari ile ilgilenmesi, basit bir hadise olmadigi gibi yadirganacak bir hadise de degildir. Zira bu suretle o, bütün Müslümanlara ait olabilcek bir ise parmagini koymus oluyordu. Bu hadise su idi: Hicaz'a giden bir Osmanli hacisi, yollardaki su kuyularinin (birke) harab oldugunu ve hacilarin bu yüzden sikintiya düstüklerini görmüstü. Hac farizasini eda edip döndükten sonra, durumu hükümdara bildirmisti. Bunun üzerine pâdisah, bu kuyulari tamir etmek için bazi adamlari görevlendirmisti. Misir hakim ve nâiblerine de bu adamlara yardim etmeleri için mektuplar göndermisti. Âsik Pasazâde'nin ifadesine göre Karamanoglu da Misir Sultani'na bir elçi göndererek, Fâtih'in su yollari bahanesi ile Mekke Sultanina yüklerle flori gönderdigini ve onu Misir'a karsi isyana tesvik ettigini yazmisti. Karamanoglu'nun bu yalan haberine inanan Misirlilar, "biz âcizmiyiz kim birkemizi ol meremmet ide" diyerek Osmanlilari geri çevirmislerdi. Meseleyi kendi iç isleri olarak kabul eden Memlûklerin, Karamanoglu'nun verdigi bu haber üzerine Osmanli ustalarini hakaretle geri göndermeleri, iki devletin arasinda serin bir havanin esmesine sebep oldu. Halbuki Pâdisahin onlarin iç islerine karismak gibi bir niyeti yoktu. Zira Âsik Pasazâde bize bu konuda çok net bilgiler vermektedir. ona göre Fâtih, bu kuyular için vakiflar düzenleyecek ve bu vakiflarin geliri sayesinde bölgedeki Araplar, bu kuyulari koruyacaklardir. Böylece vakiflarin geliri ile tamir edilecek olan bu kuyulardan, özellikle kuzeyden Hacca gidecek olanlar istifade edeceklerdi.

Isin iç yüzüne bakildigi zaman, Memlûklularin, Osmanlilari çok yakindan takip ettikleri anlasilacaktir. Onlar, Anadolu'da Türk birligini kurmaya çalisan ve bu konuda kendilerine engel olan kuvvetleri teker teker ortadan kaldiran Osmanogullarinin, Toros'larin güneyine inmelerine pek taraftar degillerdi. Bu yüzden Karamanogullarina yardim ediyorlardi. Sonuç olarak Misir'dan, Dulkadir topraklarina kadar uzanan zengin Misir Memlûkleri Devleti, gelecekte kendisi için büyük bir tehlike olacagi anlasilan Osmanli Devleti'ni, sinirlarina yaklastirmamak ve onunla kendi arasinda zayif ta olsa tampon bazi tesekküller bulundurmak arzusunda idi. Iste bu sekildeki hareket tarzi, Fâtih'i, güneye giden yol üstünde bulunan Dulkadir isleri ile ilgilenmeye sevketti.

Memlûk sultanlari ile Osmanlilarin arasinin açilmasina sebep olan daha baska olaylar da vardi. Nitekim Fâtih, Trabzon seferinden zaferle döndügü vakit, zaferi tebrik için her taraftan elçiler geldigi halde, Misirlilar buna lüzum görmemislerdi. Bu durum, aradaki dostluk hislerinin sarsilmasina sebep oldu. Bu yüzden, "Hoskadem" Misir sultani oldugu zaman, Fatih de onu tebrik etmemisti. Âsik Pasazâde bu konuyu su ifadelerle dile getirir: "Her tarafin pâdisahlarindan elçi geldi, Han'a vilayet (Trabzon) mübarek olsun diye, Ancak Misir sultanindan elçi gelmedi. Âdet-i muhabbet terk olundu. Adavete (düsmanliga) bir bahane bu oldu... Pâdisah dahi buna bir pare (parça) melûl oldu. Sonra mezkur (adi geçen) Hoskadem dahi Misir'a sultan oldu. Pâdisah dahi taht mübarek olsun diye elçi göndermedi. Âdet bu idi ki gönderileydi. Iki taraftan âdet terk olundu. Ve muhabbet kesilmeye basladi." Dulkadirogullari münasebetiyle bozulan iliskilere ragmen Sultan Kayitbay zamaninda Fâtih, Âsik Pasazâde'nin ifadesiyle "Taht mübarek olsun diye elçi gönderdi. Iyi hediyelerle Çavusbasini elçi gönderdi. Elçi kim Misir'a vardi yine kanun üzre hürmet etmediler, elçi müsteki geldi pâdisahina haber verdi. Rum Pâdisahi (Anadolu'ya baslangiçta Rumeli dendigi için Pâdisahina da Rum pâdisahi, yani Rum ülkesinin pâdisahi dendi) buna dahi melûl oldu. Âhir, Misir sultani dahi bu elçinin ardinca bir elçi gönderdi. Misir'in muhtesibini* gönderdi. Bu muhtesibin gelmesi pâdisaha hos gelmedi." Gerçekten, Fâtih Sultan Mehmed, Misir muhtesibinin elçi olarak gönderilmesine kizmistir. Zira böyle bir elçi, devletler arasindaki protokolün çignenmesi demekti. Çünkü "o, çarsi ehlinin büyügüdür, pâdisahlara elçi olarak gönderilmez, bu bir hafifliktir." sözleri ile ifade edilen anlayis, bunu açikça ortaya koymaktadir.

FÂTIH'IN SAHSIYETI VE ÖLÜMÜ

1451 yilinda 21 yasinda iken yeniden Osmanli tahtina geçen Fâtih Sultan Mehmed, Istanbul'u fethedip bin yüz yillik Dogu Roma (Bizans) Imparatorlugu'nu ortadan kaldirarak tam anlamiyla "Fâtih" ünvanini aldigi gibi, yüksek kabiliyet ve dehasiyle herkese gücünü kabul ettirmis olan büyük bir devlet adami idi.

Fâtih, yaptigini bilen ve ne yapmasi gerektigini hesaplayip düsünen adamdi. Onu, kütle mukadderatini elinde tutan sayili dâhiler ve cihangirlerden ayiran üstün vasif, icraat ve basarilarinda, firsat ve tesedüflerden faydalanmis olmasi degil, yaptigi ve yapacagindan haberli bulunan bir sisteme sahip bulunmasi idi. Halbuki büyük söhretlerden pekçogu, sevki tabiilerini rehber tutan, gafil ve zamanin maglubu kimselerdir. Binaenaleyh Fâtih, ihraz ettigi san ve serefe, tesadüflerin yardimi ile degil, kendi istihkak ve kudretiyle ulasmistir. Derûnî ****net ve zihnî kemaline, hayat ve icraatinin her safhasinda sahid oldugumuz Sultan Ikinci Mehmed, beser olarak düsebilecegi hatalari asgariye indirmek yolunda, etrafina zengin ve kaliteli bir müsahipler ve müsavirler kalabaligi toplayan ve bunlardan her birinin karsisinda gerektiginde boyun egen bir adamdir. Bununla beraber o, devlet idaresinde sertti. Hissiyatini gizlemeyi bilir, yapacagi seferleri tatbik sahasina koyuncaya kadar gizli tutardi. Zamani gelince de birdenbire maksadini açiklardi. Bu yüzden düsmanlarini sasirtarak bir senede birkaç fütuhata birden nail olurdu. Harpte cesurdu, maglubiyeti önlemek için cesurane bir sekilde öne atilip askeri tesci ederdi. Her zaman sogukkanliligini muhafaza ederdi.

Adaletle hükmetmeyi siar edinen; cesaretli ve gayretli biri olan Fâtih Sultan Mehmed, atalarinin elbiselerini birakarak ulema elbisesi giymeye basladi. Âlimlerle sohbette bulunmayi âdeta bir vazife telakki ediyordu. Bu yüzden Istanbul, âlim ve fazil insanlarin siginagi haline gelmisti. Gerçekten o, ulema, sair, tasavvuf erbabi ve sanatkârlari himaye etmisti. Onlara tahsisatlar vermis ve çalismalarini temin gayesiyle müesseseler kurmustu. Ayni zamanda kendisi de sair olan Fâtih, siirde "Avnî" mahlasini kullanirdi. Bostanzâde Yahya (Tarih-i Saf. I, 52) onun bu özelliklerini su ifadelerle nakleder: "Bâni-i mebani-i hayrat ve müessis-i esas-i hasenat olup ulema-i ser'-i metin ve fudala-i fedail âyin, devrinde revnak bulup cihet-i maaslari için Tetimme (medrese) ve imâret bina buyurup nice evkaf tayin buyurmuslardir. Kendiler dahi ulema zümresinden madud olup (sayilip) fadl-i bâhir ve marifet-i zâhir sahibi idiler. Ve siir-i bî-nazirleri (benzersiz, essiz) dahi vardir. Mahlas-i serifleri "Avnî"dir." Bildigimiz kadari ile Fâtih, Türk tarihinin en renkli ve en büyük sahsiyetlerinden biridir. Ana dilinden baska sark ve garp dillerini bildigi, genis bir kültür ve bilgi hamulesiyle yüklü bulundugu, riyaziye, topçuluk ve askerlikte kesif yapacak kadar kudret sahibi oldugu anlasilmaktadir. Serbest fikirli ve herhangi bir saplantisi olmayan hükümdarin, âlimleri davet ederek ilmî mübaheseler yaptirdigi da anlasilmaktadir. Farsça ve Rumca'dan Arapça'ya tercüme edilmis felsefî eserleri okur ve yanina celb ettigi âlimler ile müdavele-i efkâr ederdi. 1466 senesinde Batlamyus'un haritasini Ivrikios'a yeniden tercüme ettirip haritadaki isimleri Arap harfleri ile yazdirmistir. Kritovulos bu konuda sunlari yazar: "Pâdisah hazretleri, lisan-i Farisî ve Yunanî'den Arapçaya tercüme edilmis olan âsâr-i felsefiyeyi mutalaa ve nezd-i sâhânelerinde bulunan fudala ile bu babta müdavele-i efkâr eder ve bilhassa Aristo'nun mebahis-i felsefiye ile pek ziyade mesgul olurdu. Bir vakit cografiyundan meshur Batlamyus'un, meslek-i cografîye aid levayihine tesadüf edip mezkur layihalarda fennî bir surette izah ve tarsim edilen (çizilen) sekilleri, nazari dikkate almis ise de bu haritalar daginik olduklarindan, yeniden Filozof Ivrokios'a havale ederek Arapça yazdirir."

Tetkik edilip arastirildigi zaman görülecegi gibi hemen hemen bütün osmanli Pâdisahlarinda ve özellikle Fâtih Sultan Mehmed'de ilim ve ilim adamlarina karsi büyük bir saygi vardir. O da digerleri gibi daha sehzadeliginde "ulûm-i âliye ve 'aliye"yi tahsil etmisti. O, "Ilmi taleb ediniz hadisine uygun olarak tahsil ve müzakerelerden geri kalmazdi. Bu sebeple o, Molla Iyas, Molla Güranî, Hocazade Muslihiddin Mustafa, Hatipzâde Mehmed, Molla Siraceddin ve Abdülkadir gibi hocalardan ders almisti.

Fâtih, çok genç yasta tahta çikmis, daha çocuklugunda büyük sorumluluklar yüklenmis, otuz sene kadar kesintisiz sefer ve gazalarla mesgul olmustu. Bizzat yirmi bes seferde bulunan Fâtih, 17 devlet ile ikiyüz küsur sehir ve kale fethetmisti. O, bütün bu çalismalarinin sebebini ve dolayisiyle hedefini su misralarla dile getirir:

"Imtisâl-i "câhidû fi'llah"* oluptur niyetim,

Din-i Islâm'in mücerred gayretidir gayretim"

Bu ifadeler onu, sirf ihtiras için harb eden ve kiliç sallayan dünya cihangirlerinden ayirmaktadir. O, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, insanlik ugrunda katlandigi mesakkat ve müsküllere gögüs gerdigi gibi, ayni yolun yolcusu bir idealist olarak gögüs vermis bir serdar ve fikir adamidir. O, hedefledigi gayeye ulasmak için, bütün imkîAnlari degerlendiriyordu. Bu sebeple Istanbul'u aldiktan sonra, Ortodoks ve Ermeni patrikleri ile Yahudi bashahamini bu sehre yerlestirir. Çünkü o, Istanbul'u idealindeki cihan devletinin merkezi yapmak istiyordu. Hatta bir rivayete göre "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir pâdisah ve Istanbul da cihanin payitahti olmalidir," seklindeki sözü ile bu düsüncesini dile getirir. Bu ifadelere bakilirsa, gayesinin bir cihan devleti de olmayip, Islâm dinini her tarafa yaymak oldugu anlasilir. Zira Fâtih, Islâm âleminin hâmisi sifatiyle kendisini i'lâ-yi kelimetullah'in en büyük temsilcisi olarak görmekte idi. Gerçekten, daha sehzâdeliginde cihangirlik emelinde oldugu belirtilen Fâtih için, Bosnali Hüseyin Efendi, bizzat pâdisahin agzindan "Bu hânedanin maksad-i a'lasi, i'lâ-yi kelimetullah'tir demektedir." Keza onun, nizam-i âlem için, Trabzon üzerine varirken, çektigi sikinti ve katlandigi eziyetleri gören uzun Hasan'in annesi Sâra Hatun'a "Valide" diye hitap edip söylediklerine, daha önceden biliyoruz.

Onun yaptigi fetihler, giristigi gazalar ve tebeasi için yaptiklarina bakilirsa, riza-yi ilâhî'yi kazanmaktan ve Resûlullah'in yolunda yürümekten baska bir sey düsünmedigi görülür. Vefati dahi yine "i'lâ-yi kelimetullah" için çiktigi bir sefer-i hümayun esnasinda vuku bulmustu. Bu seferin, nereye müteveccih oldugu kesin olarak bilinememektedir. Hazirliklar, büyük bir sefer için yapilmisti. Ama nereye oldugunu kimse bilmiyordu. Tursun Bey "Ve cihet-i sefer Anadolu oldugu malum olundu, amma Arab mi, Acem mi malum olmadi" diyerek bu büyük seferin nereye olacaginin bilinemedigine isaret eder.

Fâtih Sultan Mehmed, 1481 yili Nisan ayinin 29. günü (27 Safer 886) 50 yasinin içinde iken, büyük bir ordunun basinda hasta olmasina ragmen Üsküdar'a geçmis ve bir at arabasina binerek, doguya dogru ilerlemeye baslamisti. Ancak, Gebze yakinindaki Hünkâr veya Tekfur Çayiri denen yere geldigi vakit, hastaligi büsbütün artar. Bu yüzden 3 Mayis 1481 Persembe günü (4 Rebiülevvel 886) ikindi vakti, 31 yillik hükümdarliktan sonra vefat eder.

Fâtih'in ölümü, gizli tutularak hamam yapmak üzere Istanbul'a geçtigi söylenip askerin yerinde kalip beklemesi emrolundu ise de birkaç gün sonra kayiklarla Istanbul tarafina geçen yeniçeriler, vefat hadisesini ögrenince, bazi edepsizliklere basladilar. Fâtih'in ölümü, onbir gün gizli tutulup saklanabilmisti.

Âsik Pasazâde, Fâtih'in vefatini ve sebebini su ifadelerle günümüze ulastirmaya çalisir: "Vefatina sebep, ayaginda zahmet vardi. Tabibler, ilacindan aciz oldular. Ahir, tabibler cem olup ittifak ettiler, ayagindan kan aldilar. Zahmet ziyade oldu. Sarab-i farig (ilaç) verdiler, Allah rahmetine vardi. Öyle anlasiliyor ki, Fâtih'in hastaligi, genellikle hânedanda rastlanan "Nikris illeti" idi. Tarihî rivayetler de bunu desteklemektedirler.

FÂTIH SULTAN MEHMED VE HOSGÖRÜ

Günümüzde, "hosgörü" diye ifade edilen prensip ve anlayisa eskiden "müsamaha" deniyordu. Sözlüklerde bu kelime, "görmezlige gelme, aldirmama, bir kabahatliya karsi siddet göstermeyip geçivermek" seklinde manalandirilmaktadir.

Bir beylik olarak ortaya çikisindan itibaren bünyesi ve sartlarin gerektirdigi degisiklikleri yapmaktan çekinmeyen Osmanli Devleti, saglam temeller üzerine bina edip gelistirdigi ve kemal mertebesine ulastirdigi müesseseleri vâsitasiyle uzunca bir hükümranlik dönemi geçirme imkanini buldu. Devletin, hayatiyet sirlarini teskil eden ve onu, Anadolu'nun diger beyliklerine göre daha uzun ömürlü yapan unsurlardan biri de süphesiz ki, hosgörü adini verdigimiz anlayisin, devlet nizam ve hakimiyet telakkisinde önemli bir rol oynamasidir.

Kurulusundan itibaren Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile, Ser'î hukuku hem nazarî, hem de amelî bir sekilde uygulayan Osmanli Devleti, bu anlayisini devletin bütün sistem ve organlarinda da devam ettiriyordu. Zira "bu devlette din asil, devlet ise onun bir fer'i olarak görülmüstür". Bu bakimdan, devletin sosyal bünyesindeki anlayisin buna göre organizesi normal karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar, Balkanlar'da idarelerine aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetine müdahale etmedikleri gibi, onlari her türlü baskidan da kurtarmislardi.

Islâm'dan aldiklari ilhamla Osmanlilar, idareleri altinda bulunan gayr-i müslimlere karsi hosgörülü davranmayi, onlarin dinî hürriyet ve serbestilerine müdahale etmemeyi devletin temel prensiplerinden biri haline getirmislerdir. Bu prensibi iyi kullanan ve ona son derece riayet edenlerden biri de süphesiz ki Istanbul'un fâtihi olan Sultan II. Mehmed'dir. Onun, Istanbul'un fethinden sonra Ortodoks Patrikligi'ne verdigi serbestiyet ile âyinlerini yapma konusundaki rahatligi bilindigi ve daha önce de kismen

"Bi avnillahi Taala Hz. Resûl-i Ekrem hürmetiyle makami Konstantiniyye feth oldukta etraf u eknafta olan sahlar ve krallar âsitâne-i saadetime elçiler

gelüp feth-i fütûhu arz edüp bu def'a Kuds-i Serif'te olan Rumlarin Patrigi Atanasyos nâm rahib ruhbanlari ile gelüp âsitane-i saadetime yüz sürüp Hz. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) hazretlerinin mübarek eliyle ve pençesiyle imzali olan hatt-i hümayunlari ve Hz. Ömer b. Hattab (r.a.) (tarafindan) verilen hatt-i kûfî ile ve selâtin-i maziyeden hatt-i hümayunlari ibraz edip reca eyledi. Kuds-i Serif içre ve tasrasinda namazlari ve ziyaretgâhlari ke'l-evvel... mucibince zapt ve tasarruf eyleyeler. Ahardan kimesne rencide eylemeye. Eger bundan sonra gelen halifeler, vezirler, ulema, ehl-i örften vesair ümmet-i Muhammed'den akça içün veya hatir içün feshine murad ederlerse Allah'in ve Hz. Resûlun hismina ugrasin. Sene 862 (1457)



Toplam 597054 ziyaretçi (1050728 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol