Türkün Yüce Tarihi | Genel Kültür - Tarih Sitesi

fatih sultan mehmed donemi 3


Fatih Sultan Mehmed Dönemi [3]

FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI | KUSATMA VE ISTANBULUN FETHI
Bilindigi bi Cuma, içinde Cuma Namazi bulundugundan Müslümanlarcaek olarak kabul edilmektedir. Iste böyle bir günde Edirne'den baslayan hareket, 6 Nisan (26 Rebiülevvel) gününe tesadüf eden baska bir Cuma günü, genç hükümdarin, ordusu ile birlikte edâ ettigi (kildigi) Cuma Namazi'ni müteakip baslayan kusatma ile ilgili yerli ve yabanci bir çok kaynakta bilgi bulunmaktadir. Birbirlerini tamamlar mahiyette olan bu bilgileri kisaca ve ana hatlari ile vermek gerekiyor. Zira tafsilatina girdigimiz zaman sadece bu kusatmanin, hacimli bir eseri dolduracak kadar genis olacagi görülecektir. Bu sebeple biz, konunun detaylarina girmeden vermek ve kaynaklarina dipnotta isaret etmekle yetinmek istiyoruz.

Cuma namazindan sonra muhasara hareketine baslanilmasini emreden genç hükümdar, maddî kuvvet kadar mânevî kuvvetin de tesirine inaniyordu. Bu sebeple sultanin etrafinda, ulema, mesayih ve bunlarin talebelerinden meydana gelen bir halka bulunuyordu. Bunlar, asker arasinda gazâ ve cihadin faziletinden bahsederek onlari "Feth-i Mübin"e tesvik ediyorlardi. Onlar, bununla da yetinmeyerek "Feth-i Mübin"in muhakkak oldugunu, Kostantiniyye fethinin Sultan Mehmed tarafindan gerçeklestirilecegini askere telkin ediyorlardi. Âlimler, seyhler ve seyyidlerden meydana gelen halkadan bahseden Hoca Sa'duddin Efendi bu konuda su bilgileri vermektedir:

"Ulema, mesayih ve seyyidler, eski âdetleri üzre ol gazi hükümdarin katinda bulunmak, gaza sevabini elde etmekle yüceldiler. Onun otagi yaninda yürüyüp dua etmekten bir an dahi geri kalmadilar. Sultan-i âlisan (sani yüce sultan)la at basi giderek onun * âyet-i kerimesinde belirtildigi gibi "onun verdigi nimetlere sükr ederler" derecelerine dogru yöneldiler. Her an, fetih ve zaferin nasib olmasi duasina, emel ve dileklerinin gerçeklesmesi için yakarista bulundular. Gerçekten de rehberi zafer olan bu seferde, temiz ruhlar birlikte, gayb ordulari ise askerin öncüsü olarak ilerlemekte idi. Ama o tarihlerde hayatta olan ve gizli sirlari bilenlerden ve kerametleri zahir olan Aksemseddin Hazretleri ile Akbiyik Dede, Islâm askerlerine yüz akligi olmak için duaya devam ediyor ve hükümdarin emri geregince otag yaninda yürüyorlardi. Böylece onlar da, dilekleri gerçeklestiren Allah'in yardimlarini taleb için ayni yola düstüler."

Bizans surlari önünde saf tutan Osmanli ordusunda, piyadeler sagli sollu ayrilmis, arka ve yanlara süvariler konmustu. Üç adet büyük hücum firkasi teskil edilmis ve 14 bataryalik bir topçu parki kurulmustu. Kisa bir zaman içinde muhasara için mevki alan ordu, hazirliklarini yürütürken Sultan, Bizans Imparatoru'na, Mehmed Pasa'yi, baska bir rivayette de Isfendiyar oglu Ismail Bey'i elçi olarak gönderip, sayet teslim olurlarsa, halkin mal ve canlarinin güvenlikte bulunacagini, isteyenlerin bütün esyasiyla birlikte arzuladiklari yere gidebilmekte serbest olacaklarini, aksi takdirde harp hukukunun gerektirdigi seylerin yapilacagini bildirdi. Bu teklifin reddedilmesi üzerine, kusatma hareketine hiz verildi. Sahî denilen büyük top, günümüzde Topkapi denilen yerde mevzilendirildi. 12 Nisan'da safakla birlikte topçu bataryalari atese baslayarak, surlar bombardimana tutuldu. Bu bombardimanlarin çok ustalikli yapildigi, nokta atislari ile surlardaki muhayyel bir üçgen dövülerek, zedelenen kenarlarin üzerine, ortasina yapilan top darbeleriyle büyük gedikler açildigi rivayet edilir. Bu sekildeki bir bombardiman, Türk topçusunun harp teknigindeki maharetlerini göstermektedir. Schlumberger, bu konuda asagidaki ifadeleri kullanarak Osmanli topçusunun, bu fetihteki rolüne isaret eder:

"Yine Nisan'in on ikinci günü büyük bombardimanin basladigi gündü. Bu elem verici tarihten itibaren muhasaranin son buldugu 29 Mayis tarihine kadar yedi hafta boyunca o korkunç toplar, günün her saatinde sasmaz bir intizam dahilinde dehset saçan bir gürültü ile agir mermer güllelerini Bizans surlarina firlatmaktan bir an dahi geri kalmadilar. Simdiye kadar hiç kimsenin asla isitmemis oldugu bu harikulade top patlamalarini isiten hurafe perest (hurafelere inanan) halkin, duçar oldugu canhiras feryad ve dehset, tasavvur edilsin. Tesirin tahribkarligi derhal görüldü. Asirlar oyunca nice güçlü milletlerin hücumlarina dayanmis olan bu asirlik duvarlarda, derhal gedikler açilmaya baslandi. Bu gülleler, kesif bir toz ve duman bulutu içinde müthis bir gürültü ile geliyor, surlara çarpip tahribatini yaptiktan sonra bin parça oluyorlardi. Kusatilmis olanlar, çok kisa bir mesafeden yapilan bu ilk top atesini müteakip, bin seneden beri bu sevgili beldenin maglup edilemez bir tanriçasi makaminda tuttuklari ve varligiyla magrur olduklari bu köhne surun kendilerini korumaya yetmeyecegini anladiklari zaman, tarifi imkansiz bir ye's ve kedere kapildilar."

Mutlak surette galip gelmek azmiyle bütün hazirliklarini tamamlayan Sultan Mehmed, ortaçagin en büyük kalesini yikmak için yaptirdigi müthis toplari ile Istanbul surlari önüne gelip muhasaraya baslar. 6 Nisan - 29 Mayis arasinda 54 gün süren kusatmanin tafsilatina girmek istemiyoruz. Ancak, Fâtih ünvanini alacak olan Sultan Mehmed, Istanbul surlari önünde, kendisini bütün mukadderatla karsi karsiya getiren iki çetin imtihan daha geçirmisti. Durumun nazikligini ortaya koymasi bakimindan kisaca bunlardan söz etmek gerekiyor.

20 Nisan'da bugday yüklü bir Bizans gemisiyle dört Ceneviz gemisi, Baltaoglu Süleyman Pasa'nin bütün gayretlerine ragmen, Lodos rüzgari ve Bogaz'daki akinti sebebiyle Halic'e girmeyi basardilar. Bu basari, Bizans'ta büyük bir ümit ve sevinç uyandirdi. Bu gemilerin, batililar tarafindan gönderilen donanmanin öncüleri oldugu sayiasi yayildi. Tursun Bey'in ifadesiyle bu hadise, "ehl-i Islâm arasina fütur ve perisanî saldi. Amma ma'nide âyet-i kerimesinin isaretine uygun olarak bu hadise, alinan tedbirlerle Müslümanlarin lehine tecelli edecektir. Gerçekten, muhasarayi basarisizliga ugratacak büyük bir tehlike belirmisti. Ümitsizlik, bozgun dogurabilirdi. O zaman, Aksemseddin tarafindan Pâdisaha sunulmus olan bir mektup, bu muvaffakiyetsizligin, umumî bir hayal kirikligi dogurdugunu ve zaferi süpheye düsürdügünü isbat etmektedir. Mektup, alinmasi gereken tedbirleri de tavsiye etmektedir.

Düsman gemilerinin Halic'e girmesi üzerine, hisimla atini denize dogru süren ve kaftani islanincaya kadar denize girmis olan genç hükümdar, bu durumu hazmedemeyerek Baltaoglu'nu komutanliktan azlip, onun yerine Hamza Bey'i tayin eder.

Sultan, bütün vezir ve komutanlarin katildigi bir Divan toplar. Orada, Çandarli ile ona tabi olanlar, ortaya çikan durumdan istifade ile Imparator'la müzakerelere girisilmesi ve muhasaranin kaldirilmasi fikrini tekrar ortaya atarlar. Genç hükümdar için durumun ne kadar nazik bir hale geldigini tasavvur etmek mümkündür. Vaziyeti, Çandarli Halil Pasa'nin eski rakibi ve fetih fikrinin kuvvetli müdafii Zaganos Pasa kurtarir. Sehabeddin Pasa ve Koca Turahan Bey'le Aksemseddin'in ve Sultanin hocasi Ahmed Güranî (Molla Güranî)'nin yardimlari ile bu bedbin görünüsü yenmeye ve savasa devam azmini yenilemeye muvaffak olurlar. Bunlar, tesci' edici sözleriyle askerin cesaretini yükselttiler. Hoca Sa'duddin bu konuda sunlari söyler: "Ulemanin ileri gelenlerinden Seyh Ahmed Güranî, büyük seyhlerden Aksemseddin ve makami yüce vezirlerden Zaganos Pasa, ülkeler hakimi sultan ile ayni görüs ve fikirde olup, baris ve anlasma yolunu benimsememislerdi. Fetih alâmetleri belirdigi sirada isten el çekmek vazife anlayisina sigmaz diyerek zaferleri gölge edinen askerlere nasihatlarda bulundular ve tatli bir dille "sonra Rum ülkesi size açilacaktir" hükmünde belirtilen gerçek vaadi hatirlatarak "büyük savas, Kostantiniyyenin fethidir" gerçeginden hareketle ortaya konan gayret ve ihtimami bir bir gazilere anlattilar."

Bizans'in, Haliç tarafindan da tazyiki için limana girise mani olan zincirin kirilmasi denenmisse de basari saglanamamisti. Bunun üzerine ince donanmanin Halic'e karadan geçirilmesi genç hükümdar tarafindan düsünülmüstü. Bizans Rumlari arasinda da "Gemilerin karadan yüzdürüldügü görülünceye kadar Istanbul'un zaptinin kimseye müyesser olmayacagi" hususunda bir inanç ve anlayis bulundugundan, kusatilanlarin bütün ümitlerini kirmak için bu ise tesebbüs edilmistir. O sirada, Galata, Cenevizlilerin elinde bulunup ayri bir kalesi vardi. Bura sakinleri, Türklerle dost olmakla beraber geceleri de Bizanslilara yardim etmekteydiler. Halic'e denizden girmenin imkansizligi yüzünden 50-70 kadem uzunlugundaki 15-22 sira kürekli 70 kadar gemi, 22 Nisan gecesi sabaha kadar Halic'e geçirildi. Solakzâde bunu "Himmet-i merdân ile Besiktas dedikleri yerden Kasim Pasa deresine dogru, dag parçasi gibi gemilerin altina rugan (yag) ile terbiye olunmus kütükler döseyip, bir rivayette yelkenler açarak yürüttüler ve gemileri birbirine baglayarak üzerine metrisler koydular" cümleleri ile anlatir. Bu sevkiyat yapilirken Beyoglu tepelerine yerlestirilen bataryalarla Haliç'teki Bizans donanmasi taciz edilip hareketsiz birakildigi gibi surlarin etrafinda da bombardimana devam edilip, esas faaliyet, iyi bir sekilde gizlenmisti. Sabahleyin 70 parça kadar geminin, Haliç'te yelken açtigini gören Bizanslilar, hayret ve dehsetle bu manzarayi seyre baslamislardi. Bu sekilde, karadan gemi yürüterek denize indirme teknigi büyük bir basari idi.

Fâtih, bununla da kalmadi, ihtiyaç karsisinda büyük dehâsinin yeni bir kesfini de ortaya koydu. Havan toplari döktürdü. Onlarin, balistik hesaplarini bizzat yaparak tecrübelerinde bulundu. Beyoglu sirtlarindan ve Galata surlarindan asirma atislarla Haliç'teki düsman gemilerini batirmaya basladi. Böylece yeni bir cephe açilmasi ve Bizans'in her taraftan sikistirilmasi, Imparator'u, en agir sartlari kabul ederek baris teklifinde bulunmaya zorladi. Fakat Fâtih, Imparator'un gönderdigi elçilere: "Ya ben Bizans'i alirim, ya Bizans beni" diyecek kadar, fetih isinde azimli oldugunu ve teslimden baska bir teklifi kabul etmeyecegini bildirmisti.

Gemilerin Halic'e indirilmesinden sonra Defterdar ile Kumbarahane Iskelesi arasinda bin kadar duba üzerine, bes askerin yan yana yürümesine imkân verecek ve top geçirilebilecek sekilde muntazam, saglam dösemeli bir köprü kurdurdu. O dönem tekniginin bir harikasi kabul edilen bu köprü, Rumlarin mâneviyatlarini yeniden ve esasli bir sekilde sarsti.

Fâtih Sultan Mehmed'in karsilastigi ve âdeta imtihan edildigi buhranli ikinci hadiseye geçmeden önce, onun düsmani olan ve Fâtih'i sahsen taniyan Bizans imparatorluk prensi meshur tarihçi Dukas'in karadan yürütülen gemiler ile pâdisahin bu husustaki faaliyetleri hakkindaki düsüncelerini buraya almayi faydali buldugumuzu belirtmek isteriz. O, söyle diyor:

"Pâdisah, cesurâne ve cür'etkârane bir planin tatbik ve icrasini düsündü. Galata'nin sark tarafinda ve Çifte sutun altindaki cihette olan yer ile, Galata'nin diger cihetinde ve Kosmidion denilen yerin karsisindaki Haliç sahili arasinda bulunan ve Galata'nin arkasinda olan ormanlik dag yolunun düzeltilmesini emr etti. Bu yolu, mümkün oldugu kadar düzelttiler ve makaralar ile gemileri denizden karaya çikardilar. Bu gemilerin, geçidin (Bogaz) mukaddes agzindan çekerek, kara yolu ile,Halic'e nakl olunmalarini emr etti. Bu suretle emir icra olundu. Gemiler çekiliyordu. Her birinin bas tarafinda bir kaptan ve arka tarafinda bir dümenci oturuyordu. Bir digeri de elinde küregi tutarak, yelkeni harekete geçiriyordu; biri de davul, baska birisi de borazan çaliyor ve denizcilere ait sarkilar okuyordu. Muvafik rüzgarin esmekte oldugu sirada, ormanlari ve dereleri asarak, denize varincaya kadar karadan geçiyorlardi. Bu gemilerin sayisi seksen idi. Bunlar arasinda iki sira kürekli kadirgalar da vardi. Geri kalan gemileri orada biraktilar. Böyle bir harikayi kim gördü ve kim isitti? Keyahsar (Keyhüsrev) denizde köprü insa ederek, karada yürür gibi bu köprü üstünden karsiya asker geçirdi. Bu yeni Makedonyali ve bana kalirsa neslinin en son pâdisahi olan Mehmed, karayi denize tahvil etti (çevirdi). Ve gemileri dalgalar yerine, daglarin tepelerinden geçirdi. Binaenaleyh bu, Keyahsar'i da geçti. Zira Keyahsar, Elispondos (Çanakkale Bogazi)'u geçti ve Atinalilara maglub olarak muhakkar (hakarete ugramis) bir halde geri döndü. Mehmed ise, karayi denizde oldugu gibi geçti ve Bizanslilari mahv etti. Ve hakiki altin gibi parlayan Atina'yi (burada kastedilen Istanbul'dur) yani dünyayi tezyin eden (süsleyen) sehirlerin kraliçesini feth etti."

Istanbul'un, kusatma altina girdigi günden, düsecegi gününe kadar Haliç'te büyük bir Venedik gemisinde bulunarak, olup bitenleri yakindan takib etmis olan vak'anüvis Nicolas Barbaro, efsanevî mes'ale isigi altinda gemilerin, dag ve tepelerden geçisinin dehset saçici cereyanini, taifelerin sevk ve setaretini, tekbir seslerini, sevinç nârâlarini ve davul âvâzelerini uzun uzun anlattiktan sonra "Bu gemilerin, sanki denizde imis gibi karada hareketleri hadisesini gözleriyle takib etmemis bir kimse için bunun, inanilmayacak kadar garip bir manzara oldugunu tekrar ederim. Ben bunu, Keyhüsrev'in Athos dagini yarmasinda gösterdigi cearet ve fedakârligin kat kat üstünde bulurum. Bunlari bizzat gözlerimle gördüm. Eger bu harikulade olayin meydana gelmesinde hazir bulunmamis olsaydim, buna inanilmaz ve garip masallar gibi görünmüs olacak olan diger rivayetlere de artik inanirim" der.

Fâtih Sultan Mehmed'in, muhasara esnasinda karsilastigi ve âdeta imtihan edildigi ikinci önemli hadise, Mayis sonlarina dogru kendisini göstermisti. Hemen hemen bütün kaynaklarin belirttigine göre o günlerde Osmanli ordugâhinda, Bati hükümdarlarinin birlestikleri, Hunyad'in sehri kurtarmak üzere kuvvetli bir ordu ile yolda oldugu ve büyük bir Haçli donanmasinin Agriboz'a veya Sakiz Adasi'na ulastigi sayialari yayilip büyük bir endiseye sebep oldu. Tekrar mirildanmalar basladi. Basindan beri kusatmaya karsi gibi görünen Çandarli, hakli çikacak gibiydi. Gerçekten, Venedik, 7 Mayis'ta hazirladigi bir donanmayi G. Loredano komutasinda Ege sularina göndermisti. Papa da kendi hesabina bes kadirga techiz ettirip yola çikarmisti. Öbür tarafta Karamanoglu, Venediklilere verdigi söz üzerine Istanbul surlari önünde herhangi bir gevseme halinde harekete geçmeye hazir bulunuyordu. Kuvvetli bir casus sebekesine sahip olan Osmanli hükümdarinin, bu faaliyet ve hazirliklardan habersiz kalmasina imkan yoktu. Bir gecikme, sonucu çok tehlikeli ve mes'um neticeler dogurabilirdi. Tâcîzâde'nin ifadesiyle: "Te'hir olicak mebada derya yüzünden dahi küffardan muavin gelip halka zaaf-i kalb târi olmaga sebep ola". Gerçekten de Istanbul muhasarasinin sonlarina dogru (25, 26 Mayis) bir Macar heyeti, Osmanli karargâhina gelir. Bu heyet vâsitasiyle, Jan Hunyad'in, naiplikten çekildigi ve Ladislas'in kral oldugu ögreniliyordu. Bu yüzden Jan Hunyad, Sultan Mehmed'le üç seneyi kapsayacak sekilde yapmis oldugu mütarekenin, ahidnâmesini geri istiyordu. Zira idareyi genç krala devr etmekle imzalamis oldugu ahidnâmenin geçersiz oldugunu ve bu yüzden onu geri isteyerek ve Osmanli hükümdarinin ahidnâmesini de iade ediyordu. Macar heyeti, vezir-i azam ve onun yaninda bulunan iki vezirle görüsür. Sefir, efendisinden aldigi talimat üzerine, pâdisahtan Istanbul kusatmasinin kaldirilmasini ister. Aksi takdirde Macarlarin, Bizans'in lehinde hareket edip onlarin yaninda yer alacaklarini bildirir. Macar elçilik heyeti, Bati devletlerine ait bir filonun da Bizans'a yardima gelmekte oldugunu bildirir.

Macar elçisiyle olan görüsme, genç hükümdara bildirilir. Macarlarin Rumlara yardim edeceklerine dair olan tehdidi ve bir Bati filosunun yardima gelecegi sözleri, Sultan Mehmed'i düsündürür. Bunun üzerine, 27 Mayis aksami bir meclis toplayarak vaziyeti görüsür. Vezir-i a'zam Halil Pasa, daha önce görmüs oldugu üç Haçli seferinin tehlikelerini yakindan bildigi ve Bati Hiristiyanlarinin yeni bir Haçli seferi düzenlemelerinden korktugu için, imparatorun agir bir vergiye baglanarak muhasaranin kaldirilmasini teklif eder. Özellikle Hiristiyan Bati'nin birleserek Müslüman Türkleri Balkanlardan atmak üzere harekete geçebileceklerini, bunun da daha büyük bir felakete sebep olacagini söyler. Zira o, Yildirim Bâyezid'in akibetini, Izladi, Varna ve Ikinci Kosova muharebelerini hatirliyordu. Buna karsilik Zaganos Pasa, Istanbul'a yardim yapilamayacagini, Bati devletleri arasindaki rekabetin bu yardima engel olacagini, yardim yapilsa bile önemli olamayacagini söyler. Onun bu görüsüne bazi ümera ile ulema ve Aksemseddin istirak ediyorlardi. Benimsenen bu görüs üzerine, genel bir hücuma karar verilir.

Gerçi, Venedik veya Papa'nin donanmasinin Sakiz'a geldigi haberi alinmisti. Son olarak yapilacak hücumun neticesine kadar Macar elçisi iade edilmeyerek alikonuldu. Bu arada muhasaranin uzamasi, bazi dedikodulara sebep olmustu. Pâdisah da endiseli ve sikintili idi. Ancak Aksemseddin'in sebat ve hücum edilmesi ile ilgili mektubu ve manevî tebsirati havi yazisi, herhalde Sultan Mehmed üzerinde tesirli olmustur.

Fetih esnasinda, Sultan Mehmed ile Aksemseddin arasindaki ilgi, tesvik ve sabri tavsiye hususu, su ifadelerde açiklik kazanir. "Bâhusus, fetih tarihinin iç yüzünü idare eden Aksemseddin, cepheden cepheye at oynatan, kafasi ve bedeniyle de en agir ve zorlu yükü tasiyan pâdisahin bir dinamo gibi zaman zaman bosalir olan mâneviyatini besliyor ve takviye ediyordu.

Genç hükümdar, sihirbaz kudretiyle kal'alar kurdurmus, toplar döktürmüs, donanmasina bir gecede daglari asirtmis, genç, dinç, nizamli ve talimli ordusuyla karalari denizlere çevirtmis, denizleri tutusturtmustu. Ama yine de Bizans surlarina çarpip püsküren ve uzadikça uzayan muhasaradan da zaman zaman ümitsizlige düser gibi oluyordu. Ne ki genç hükümdarin kulagina durmaksizin "Korkma, sehri alacaksin" diyen ses, ona her zaman deste ve yar olmakta bulunuyordu.

Ama bir türlü neticelenmeyen kusatma ve Ortodoks kiliseninin son ve tek ümid olarak Katolik kilisesine boyun egmesine karsilik, Papa'nin da Avrupa'li kuvvetleri, sehre yardimci olmak üzere gönderme ihtimallerinin kizistigi bir gerçekti. Iste biçagin kemige dayandigi bu çok nazik demde, pâdisahin, Veliyüddinoglu Ahmed Pasa'yi, Ak Seyh'in çadirina niyaz ve sual babinda göndererek seyhinden fethin gününü, hatta saatini ve sehre girilecek noktayi ögrenmis görüyoruz.

Fakat, Seyh'in ogullarindan biri, babasinin mustuladigi an gelip çattigi halde, fetih haberinin gelmemesi üzerine, pâdisahin gazabindan korkarak, merakla babasinin çadirina geldigi vakit, kapida bulunan nöbetçi: "Içeri kimseyi komayasuz diye siparis olundu" diyerek delikanliyi Ak Seyh'in yanina almaz. Bu esnada çadirin bir yanindan etegini kaldirip içeri bakan genç adam, babasinin basi secdede, göz yaslari ve enin ile aglayip yalvarmakta oldugunu görür. Bu uzun niyaz ve yanik münacattan sonra, Seyh'in basi secdeden kalkar. Bu esnada da ordu, yatagini asmis sel gibi, tasa köpüre sehre girmekte, Ak Seyh de kendi kendine "Elhamdülillah, Elhamdülillah" diye Cenabu Hakk'a sükr etmeye, tekbir getirmeye baslamis bulunmakta idi."

Aksemseddin ile Fâtih arasindaki münasebetlere temas etmis olmakla birlikte, daha önce toplanmis bulunan harp meclisinden kisaca söz etmemiz gerekiyor. Zira bütün teklif ve çabalara ragmen Bizans teslime yanasmadigi gibi, Fâtih'i zor durumda birakacak bazi tesebbüslerde de bulunuyordu. Bunun için 27 Mayis'ta, Fâtih'in baskanliginda toplanan bir harp surasinda uzun münakasalar yapilmisti. Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin muhasarayi kaldirma taraftari oldugunu bu surada açikça söyledigine daha önce isaret edilmisti. Buna karsilik Zaganos Pasa ile hem tib hem de manevî ilimlerde derin malumata sahip bulunan Aksemseddin, fethin, Müslümanlarin 850 senelik en büyük idealleri bulundugunu, Bizans'in mânen tefessüh ettigini, maddeten de hiç bir gücünün kalmadigini, Rum halkin büyük bir kismi ile bazi ileri gelenlerin Osmanli idaresini bir kurtarici olarak kabul ettiklerini, Istanbul'a hakim olan devletin hem Islâm, hem de Hiristiyan dünyasinda büyük bir manevî nüfuza sahip olacagini, bu sebeple kat'i neticenin alinmasina kadar muhasaraya devam edilmesini istediklerine temas edilmisti. Hz. Peygamberin ashabindan ve hicret esnasinda kendisini Medine'de evinde misafir etme serefine nail olan Ebu Eyyub el-Ensarî'nin kabrini kesf ettigi gibi, Kur'an'da Istanbul'a isaret ettigi kabul edilen * "beldetün tayyibetün" lafzinin "ebced hesabi" ile içinde bulunduklari 857 hicrî senesini isaret ettigini söyleyen Aksemseddin, bu sebeple "feth-i mübin"in muhakkak bulundugunu, derin bir vecd ile dile getirir. Bütün bu görüsmelerden sonra meclis muhasaraya devama karar vererek dagilir.

Sultan Mehmed, harp hazirliklarini tamamladiktan sonra sehre bir elçi göndererek Imparator'a "sehri menkul serveti ve yakinlari ile terk edebilecegini" bildiren bir mesaj gönderdi. Imparator bu talebi reddedince Fâtih, bütün orduya tellallar çikararak genel hücumun yapilacagi günü tesbit etti. O, yemin ederek askerlere söyle dedi: "Bu muharebede kazanç olarak yalniz sehrin binalarini ve surlarini istiyorum. Sehrin diger bütün menkul servetini ve mahsurlarini ganimet olarak size birakiyorum."

Bundan sonra, bütün ulema, mesâyih ve gazi dervisler, asker içinde zaten coskun bulunan hücum ve kazanma halet-i ruhiyesini, mânevî tebsirlerle bir kat daha artirdilar. Bu esnada genç hükümdar da münadiler vâsitasiyle orduya tebligatta bulunarak "ilk defa sura çikacak olan askerlerin rütbelerinin artirilacagini, eline hükm-i serif sadaka olunarak (verilerek) tâ nesli munkariz oluncaya degin evladinin, kiyamete kadar baki olacak bulunan Devlet-i Âl-i Osmanî'de, her zaman muhterem sayilacagini" bildirdi.

Bu esnada Osmanli toplari surlari dövmeye devam ediyor, Bizansli muharipler, devamli mesgul edilerek yorgun birakiliyorlardi. Fetih sabahinin gecesi, Türk ordusunda "Mum donanmasi" denilen ates ve isik senliginin icrasi ile geçti. Istanbul'u tamamen kusatan Türk deniz ve kara ordusunda kandiller, fenerler, mes'aleler ve atesler yakilarak Kostantiniyye (Istanbul) bir isik çenberi içine alindi. Askerin hep bir agizdan getirdigi tekbir ve tehlil sedâlari, ortaligi inletiyordu. Gecenin karanligini yirtan bu isik çenberi ile tekbir sesleri, tatli bir ahenk meydana getiriyordu. Isik ve seslerden meydana gelen bu ugultuyu gören Bizans, önce Osmanli ordusunda yangin çiktigini zannederek sevinecek, fakat kisa bir müddet sonra, bunun bir donanma oldugunu anlayinca derin bir ye's ve ümitsizlige düsecektir. Bu esnada Bizans, Ayasofya'da Imparatorun da hazir bulundugu son bir âyine katiliyordu. Bu âyin, Bizanslilarin Ayasofya'da icra ettikleri son âyindi.

20 Cemaziyelevvel (29 Mayis) Sali sabahi ezan ve namazdan sonra, Türk ordusunun büyük ve tarihî hareketi basladi. Ordu, hem kara, hem de denizden bütün cephelerden harekete geçti. Toplar, hep birden sehir üzerine çevrilerek ateslendi, etrafi kesif bir duman ve barut kokusu kapladi. Ilk hamlede iki bin merdivenle 50 bin yigit ileri atilmis, harbin en siddetli aninda, Aksemseddin ile Molla Güranî ates hattina girerek, gazâ yolunda sehidlik mertebesine ulasmayi taleb ile askere önderlik edip örnek olmuslardi. Bizzat genç hükümdar dahi, askeri tehyic edici sözlerle, elinde kiliç ile Topkapi gedigine saldirmisti. Bu sirada Ulubatli Hasan adindaki muazzez nefer, tekbirlerle Topkapi suruna sancak dikti. Böylece Islâm dilâverlerinin ve Oguz kavminin, asirlardan beri hayal ettigi mukaddes bir rüya gerçeklesiyordu. Ulubatli, Hz. Peygamberin müjdesine mazhar olarak 30 kadar arkadasiyla sehâdet mertebesine ulasti.*

Bu sirada Osmanli sancaginin surlarda dalgalandigini gören ve daha önce yaralanmis bulunan Latin komutani General Giustiniani, gemisine çekilmek ister. Kalmasi hususunda israr eden Imparator'a "Allah'in, Türklere açmis oldugu yolu takip edecegim" cevabini verdi. Bu, artik Osmanli'ya mukavemet edilemeyeceginin bir ifadesi idi.

Bizans'in, surlardaki bayraginin indirilip yerine Osmanli bayraginin dikilmesinden sonra, ezanlar okunmaya baslandi. Sultan Mehmed Han, surlardaki bu manzarayi görünce, atindan inerek, Hz. Peygamber'in medih ve senâsina nail olmanin verdigi bir sevinç, ayrica devletini, Islâm'in mukaddes serefine mazhar kilan medhiye-i Resulullah'a** kavusmanin verdigi heyecanla sükür secdesine kaparak Cenab-i Hakk'a hamd eder. Sonra otag-i hümâyununa çekilerek devlet erkâninin tebriklerini kabul eder.

Bu sirada, sehri koruyan gruplarla birlikte Bizans Imparatoru da öldürülmüstü. O, ayakkabisindan taninmisti. Fâtih, vatanini müdafaa için ölen bu serefli askerin cenazesine saygi göstererek onu merasimle defn ettirdi.

Istanbul'un fethi, genç sultan için ayni zamanda saltanatinin da fethi olmustu. Fâtih, sehrin zaptini müteakip Sehzâde Orhan'i aratti. Ölü veya diri getirene büyük mükâfatlar vaadetmisti. Bizanslilarin yaninda kendisine karsi surlar üzerinde savasmis olan bu Osmanli sehzâdesinin ölümü ile Yildirim Bâyezid'in ogullari arasindaki taht kavgasi kesin olarak sona ermisti. Gerçekten de sehrin düstügünü gören Sehzâde Orhan, surlardan atlayarak vefat etmisti.

Feth-i mübinin gerçeklestigi 29 Mayis 1453 Sali sabahini anlatan bir yazar, o günü su ifadelerle tasvir eder: "O gün, her zamankinden daha parlak dogan günes, göz kamastirici altin sarisi isinlari ile âdeta Islâm'in zaferini kutluyor, cihanin incisi Kostantiniyye'ye sel gibi akan sanli Türk ordusunu sicak bir içtenlikle kucaklayip üzerine mukaddes nurlar saçiyordu. 29 Mayis 1453 sali sabahi, muhakkak ki bir baska sabahti. Bu parlak ve essiz ilkbahar sabahinin cihan tarihindeki yeri ise, apayri bir özellik tasiyordu. Zira o mukaddes Sali sabahi ile bir çag kapaniyor, yeni bir çag açiliyordu. Bu yeni çaga, essiz dehasi, rakipsiz kuvvetiyle, Avrupa barbarlari dahil, bütün cihana saskinliktan küçük dilini yutturup, henüz 21 yaslarinda çok genç bir pâdisah olarak, Fâtih ünvanina hak kazanan büyük türk, Fâtih Sultan Mehmed Han damgasini basmisti. Iste o mukaddes Sali sabahi, böyle essiz bir sabahti."*

Osmanli ordusunun sehre girip hakim olmasi üzerine bileginin gücü ile Fâtih ünvanini almaya hak kazanmis olan genç serdarin da sehre girdigi görülür. Yaninda, emîr, vezir, solak, sipah ve yayalardan baska, devlet ricali, âlimler, hocalari, seyhler, dervisler, kalenderîler ve erler bulunuyordu. Bütün bunlarin yaninda özellikle saginda ve solunda Aksemseddin ile Akbiyik sultanin bulunmasi dikkat çekiyordu.

Fâtihâne bir ihtisam ve büyük tezahüratlarla sehre girmis olan pâdisah, Hammer'in (II, 302) dedigi gibi, Hiristiyanligin sarktaki merkezini teslim almak üzere, Ayasofya'nin önünde atindan inmis ve mâbedin esiginde sükür secdesine kapanmisti. Tursun Bey'in ifadesiyle haraba yüz tutmus olan Ayasofya, fetih hakki olarak câmiye çevrilecekti. Rivayete göre Fâtih Sultan Mehmed, Ayasofya'da iki rekaat sükür namazi ile ikindi namazini kildiktan sonra mâbedin üç gün içinde bu mâbedin Cuma namazi için hazirlanmasini emreder. Cuma günü, Aksemseddin Hazretleri, Sultan Fâtih'in koluna girip minbere çikartarak hutbe okumasini istemis. Fâtih de Hak Teâlâ Hazretlerine hamd ve senâdan sonra hutbeyi okur. Aksemseddin de Cuma namazi kildirmisti.**

Fâtih Sultan Mehmed, fetihten sonra Bizans ahalisi hakkinda Hiristiyan dünyasinda esine rastlanmayan bir müsamaha hareket etmisti. O, askerlerine, mukavemet edenlerden baskasinin öldürülmemesini, emrederek, sadece esir edilmelerini istemisti. Daha önce de temas edildigi gibi o, Imparator'un cesedini buldurmus, onu Rumlara teslim ederek inançlarina göre defn etmelerini saglamisti. Rumlardan, sehir disina kaçanlarin tekrar evlerine dönebileceklerine de müsaade etmisti.

Fethi takib eden ilk Cuma namazindan sonra meydana gelen ikinci önemli hadise, Ok Meydani'nda yapilan fetih ve zafer alayidir ki, üç gün üç gece süren senlik, ziyafet, oyun ve eglencelerden sonra, basardigi büyük iste, çevresinin yardimlarini unutmayan pâdisah, "Sühedaya rahmet-i Rahman, gazilere seref ü san, tebeama fahr ü sükran" dedikten sonra asker ve sivil yüzbinlerce kisiye zafer hediyesi olarak mal, mülk ve arazi dagitmistir.

Fakat bu noktada da mühim olan yine Aksemseddin'in, orada hazir bulunan gazilere sesini yükseltip "Ey gaziler, bilin ki, cümleniz hakkinda ahir zaman peygamberi " Ne güzel askerdir onlar" diye buyurmustur. Insallah cümleniz magfursunuz. Ama gazâ malini israf etmeyip hayir ve hasenatta sarf edin. Pâdisahiniza da itaat ve muhabbet eyleyin, diyerek gâzilerin tamamini sehrin imarina ve amme müesseseleri kurmaya tesvik etmis olmasidir.

Istanbul, Osmanlilarin eline geçtigi zaman perisan ve harab bir vaziyette idi. Fakat bu tahribat ve yoksulluga sebep olan Müslüman Türkler degil, Hiristiyan Avrupa idi. Zira Comnene'ler devrinde, taht çekismelerinden ve iç idaresizliklerinden faydalanarak sehri basan Haçli ordulari, bu zengin ve mamur beldeyi sefil ve yoksul bir harabeye çevirmislerdi. Böylece sehir, bir daha belini dogrultamayacak bir hale gelmisti. Bundan sonra ne yikilan saraylar bir daha yapilmis, ne yagmalanan kiliseler bir daha doldurulabilmis, ne kaçirilan sanat eserleri, ne tahrib edilen âbideler bir daha yerlerine getirilebilmisti. Yarim asirdan fazla süren kan kokusu içinde, vahset ve zulüm ile ezilen bu sehir, bir yazarin ifadesi ile yeni sahipleri olan Müslüman Türkler sâyesinde "ba'sü ba'de'l-mevt"e, bir yeni dogusa ugramak talihine ermis bulunuyordu.

Öyle anlasiliyor ki sehir ve mabedlerin yagmalanmasi bir bakima Imparatorun eliyle de oluyordu. Nitekim Istanbul fethine tanik olan Bizansli Yeorgios'un verdigi bilgilere göre, devletin, askerlerin maasini verecek parasi olmadigi için kral, Allah'a adanmis kutsal esyalarin kiliselerden alinip paraya çevrilmesini emretmisti. Böylece gerek Ayasofya, gerekse sehirdeki diger kiliselerde bulunan esya fetihten önce alinip paraya tahvil edilmisti.

Fâtih, fetihten sonra Galata'daki Ceneviz kolonisini de teslim alarak, onlara hukukî beratlar verdi. Bu arada Sultan Fâtih, Latin Kilisesi ile birlesme taraftari olmayan ve bu birlesmeye muhalefet ettigini daha önce gördügümüz Gennadius'u Patriklik makamına getirmek suretiyle Ortodokslari himayesi altina almis oluyordu. Böylece Hiristiyan dünyasindaki iki kilise ayirimini desteklemis oldu. Merasimle bu yeni Patrige mürassa bir asâ ve at hediye edip iltifatlarda bulundu. Böylece Fâtih, Roma'ya hakim oluyordu. Bu sebeple kendisine "Roma Cihan Imparatoru" denebilirdi. Bu anlayistan hareketledir ki, Roma'yi elinde bulunduran ister Müslüman, ister Hiristiyan olsun; ister kavuklu, ister sapkali bulunsun, Roma âleminin hükümdari idi. Bu âlem, hukuken onun ülkesi sayilirdi. Böylece, Yildirim'dan beri kullanilan "Sultan-i iklim-i Rûm" tabiri, Istanbul'un fethi ile Ortodoks dünyasi tarafindan da kabul edilip tasdik edilmis oluyordu. Bu tasdikin, Avrupa fetihlerinde büyük faydasi görüldügü gibi, kuvvetli oldugumuz devirlerde de Patriklik makaminin bizde bulunusu, yararimiza olmustur. Fâtih, bu hareketiyle Dogu Hiristiyanligini Katolik Roma'dan tamamen ayiriyordu. Buna kendi gücünü de katarak asirlardan beri dogu dünyasinin Roma'liya karsi gösterdigi reaksiyonu âdeta yeni bir senteze kavusturuyordu. Gerçekten de Istanbul'u fetheden Türkler, Sark, yani Ortodoks kilisesinin, Bizans Imparatorlugu zamanindaki bütün haklarini tanimak suretiyle Rumlari memnun etmis ve onlari müteaddid müzakerelere ragmen bir türlü yanasmak istemedikleri Garp (Katolik) Kilisesi'nin nüfuz ve hakimiyeti altina düsmekten kurtararak eskisi gibi kiliselerinin istiklâlini emniyet altina almislardi. Nitekim, Osmanli hükümdari, Istanbul fethinden sonra ilim ve faziletle taninmis olan Gennadius'u Rumlara Patrik olarak tayin etmis ve Patrikhâne'ye Bizans imparatorlari zamanindakine benzer selâhiyetler vermisti.

Osmanli Devleti'nin bu ince hesapli siyaseti, bir buçuk asirdan beri zaman zaman kileselerin birlesmesi için Papa'ya yapilan müracaat kapisini tamamen kapatmisti. Is bu kadarla da bitmemis, devlet, Galata'daki Cenevizlilerle Galata halkina da bir fermanla teminat vermisti. Bu hareketiyle Osmanli Devleti, gerek Balkanlar'da kendi idaresi altindaki ve gerek Mora, Sirbistan, Eflâk ve Güney Arnavutluk'taki Ortodokslari samimi olarak kendi idaresine baglamisti.

Istanbul'un, 29 Mayis 1453 (20 Cemaziyelevvel 857)'de Osmanli Türkleri tarafindan feth edilmesi, Avrupa'yi ve özellikle Papa ile Napoli Kralligini, ayrica Güney Avrupa memleketlerini hayret ve dehsete düsürmüstü. Bununla beraber, gerek Osmanlilarin büyük bir cihad ruhu ile askerî güce sahip olmalarinin etrafa verdigi korku, gerekse artik Hiristiyanlik taassubunun yerini, tedricen de olsa aklî muhakemenin almis olmasi yüzünden birçok devlet, sesini çikaramaz hâle gelmisti. Bu sebepledir ki, Papa V. Nikola'nin, yapmak istedigi ve yeni bir Haçli Seferi için saga sola bas vurmasi sonuçsuz kalmisti. Nitekim, Papa'nin bütün Hiristiyanlari silaha sarilmaya davet eden 30 Eylül 1453 tarihli beyannâmesi, fazla bir alaka uyandirmadigi gibi, Papa'nin, Osmanlilar aleyhine harekete getirmek istedigi Adalar halki ile Balkan yarimadasi'ndaki despotluklar ve bu meyanda Sirp, Eflâk, Bosna, Mora, bazi Arnavut kral devlet ve senyörleri, Osmanlilarin Enez zaferinden sonra 1454 senesi ilkbaharinda göndermis olduklari elçileri vâsitasiyla Istanbul fethinden dolayi Osmanli hükümdarini tebrik ediyorlardi.

Hiristiyan Bati dünyasinda beklenmedik bir felâket olarak kabul edilen Istanbul fethi, zafernâmelerle Islâm dünyasina bildirilmisti.Resûlullah (s.a.v.)'in hadiseleri ile ta'ziz edilmis olan Fâtih Sultan Mehmed ve ordusu, büyük bir tebcile layik görülmüslerdi. Misir, Sam, Bagdad ve diger Müslüman sehirler ile ülkelerde merasimler tertiplenip kutlama törenleri yapilmisti. Kahire'de bulunan Abbasî halifesinin emriyle camilerde Müslüman Türk sehidlerine dua edilmis ve Fâtih'in ismi hutbelerde zikredilmisti. Bu andan itibaren bütün Islâm dünyasi, Peygamberlerinin müjdesine (tebsirât) mazhar olan Osmanli Devleti'ni, Islâmiyetin büyük bir temsilcisi olarak kabul etmeye baslamisti. Haçli sürülerine karsi Islâm'i, Selçuklu ve Osmanli devirlerinde serefle müdafaa etmis olan Türk milleti, bu fetihle, bütün Müslüman dünyasinin sönmez ve eksilmez muhabbetini kazanmisti. Bu sebeple Memlûk Sultani, Fâtih'e elçi göndererek kendisini tebrik etmisti. Keza, Güney Hindistan (Behmenî) Sultani Alaeddin II. Ahmed Behmen Sah (1435-1457) da elçiler gönderip Fâtih'i tebrik edenler arasindaki yerini almisti.

Islâm dünyasinin, Istanbul'un fethinden dolayi bu kadar sevinmesinin sebeplerini, çok derinlerde aramak gerekir. Zira bu sehrin fethi, Müslümanlar için önemli bir hedef haline gelmisti. Bu hedefe ulasmak gerekiyordu. Çünkü bu, peygamberlerinin, asirlarca önce haber verdigi bir olayin gerçeklesmesi demekti. Ayrica, bu olayda basari saglayan, onun müjdesine nail olacakti. Bunun içindir ki, Hz. Peygamberin vefatindan kisa bir müddet sonra, önce Emevîler, daha sonra da Abbasîler tarafindan defalarca muhasara edilmesine ragmen ele geçirilemeyen Istanbul, Fâtih'ten önceki Osmanli hükümdarlarinca da kusatma altina alinmisti. Bununla beraber fetih basarisi, henüz 21 yaslarinda bulunan genç Osmanli hükümdarina nasib olmustu. Hz. Peygamber, Istanbul Fâtihi'ni ve fethi basaracak olan orduyu, tebsir etmisti. Kur'an-i Kerim'deki "beldetün tayyibetün" âyeti, "Ebced Hesabi" ile "Feth-i Mübin"in hicrî tarihini gösteriyordu.

Istanbul'un fethi, bir bakima genç Sultan için saltanatin da fethi olmustu. Bu sirada Fâtih, çesitli sebeplerden dolayi kendisine kizdigi Çandarli Halil Pasa'yi vezir-i azamliktan azl eder. Zira onun hakkinda ortada çesitli söylentiler dolasiyordu. Hatta Bizansla isbirligi ettigine dair rivayetler de vardi. Nitekim Bizans Tarihi adli eserinde Dukas, fetihten sonra Fâtih ile Duka arasindaki konusmayi verirken sunlari söyler: "Büyük Duka gelip etek öptükten sonra Pâdisah ona dedi ki: "Sehri teslim etmemekle iyi bir is yapmadiniz. Bak ne kadar zararlar, ne kadar hasarlar yapildi, ne kadar kimse esir oldu". Duka buna cevap olarak "Efendim, sana sehri verecek kadar selâhiyetimiz yoktu, hatta imparatorun bile böyle bir selâhiyeti yoktu. Bundan baska, senin adamlarindan bazilari da sözle ve mektuplarla imparatora haberler göndererek, "korkma, pâdisah size tahakküm edemiyecektir" diyorlardi. Pâdisah, söylenen bu sözleri Halil Pasa'ya atfetti." Bu yüzden azledilen Çandarli Halil Pasa, kisa bir müddet sonra idam edilecektir. Pasa, vasiyetnâmesinde bütün mal varliginin pâdisaha ait oldugunu bildirmekle birlikte, mallari mirasçilarina birakilmis, sadece nakit paralari hazine adina alikonmustu.

Fâtih, fetihten sonra Gennadius gibi âlim ve münevver bir Ortodoksu patrik tayin etmekle, feth ettigi ülke halkinin geleneksel imanini kurtarmis oldu. Sayet bu makama katoliklige meyyal bir baska ruhanîyi getirmis olsaydi, Ortodoksluk yavas yavas sönüp ortadan kalkacakti. Patrik, gelenege uygun bir merasimle pâdisahin huzuruna kabul edilerek kendisine murassa bir asâ ve at verilmisti. Bu meyanda eski Bizans halkinin evlenme, bosanma, ölüm ve dinî ayin gibi sahsî meselelerinin de kendi cemaatlerince tedvir edilmesine müsaade edildi.

Fâtih Sultan Mehmed, patrik tayini ve Istanbul'un ticarî, iktisadî, ictimaî, adlî ve diger hizmetleri görmek için görevliler tayin ettikten ve 18 Haziran'a kadar Istanbul'da kaldiktan sonra Edirne'ye döner. O, büyük bir zafer alayi ile, aylar önce ayrildigi sehre tekrar giriyordu.

Genç hükümdar, Istanbul'u bir Müslüman Türk sehri haline getirmek için, Anadolu'dan getirttigi Türk ailelerini vergilerden muaf tutmak suretiyle iskân edip sehrin yeniden senlenmesini sagladi. Âsik Pasazâde'nin bu konuda verdigi bilgiyi, dönemin dil özelliklerine de dokunmadan buraya almak istiyoruz. Böylece o dönemde nasil sade bir Türkçe'nin kullanilmis oldugunu da görmüs olacagiz.

"Pâdisah, Istanbul'u feth etti, subasiligini kulu Süleyman Bey'e verdi. Ve cemii vilayetine kullar gönderdi. "Hatiri olanlar gelsin evler, baglar, bahçeler, mülkler verelim" dediler. Ve her kim geldiyse verdiler. Bu sehri mamur ettiler. Pâdisah yine emr etti kim, ganiden ve fakirden evler sürdüler. Ve her vilayetin subasilarina ve kadilarina adamlar gönderdiler. Bu gelen halka da evler verdiler. Sehir mamur oldu. Bu verdikleri evleri mukataaya verdiler. Öyle olunca bu halka güç geldi. Dediler ki "Bizi memleketimizden sürdünüz getirdiniz bu kâfir evlerine geri vermek için mi getirdiniz?" Bazilari avradini ve oglanini (ailesini) koyup kaçti. "Kula Sahin" derlerdi atasindan kalmis bir vezir-i akil (akilli bir vezir) vardi. Pâdisaha der ki: "Hey devletlu sultanim, atan, deden nice memleketler feth ettiler, hiç birine mukataa koymadi. Sultanima da layik olan budur ki bunu yapmaya" dedi. Pâdisah da onun sözünü kabul etti. Yine hükm etti: "Her ev ki verirsiniz mülklüge verin (verdiginiz her evi mülk olarak verin)" dedi. Ondan sonra mektuplar (yazili belge, tapu) verdiler ki mülkleri ola. Sehir yine mamur olmaya yüz tuttu. Mescidler yapmaya basladilar."

Görüldügü gibi, Istanbul'un Müslüman Türk sehri haline getirilebilmesi için her imkâni degerlendiren Fâtih, bu yeni gelenlere çesitli kolayliklar saglamaya basladi. O, Istanbul'un iskâni için Anadolu'nun muhtelif yerlerinden sanat sahipleri ile muhtelif siniflara mensub Türk nüfusunu buraya celb edip iskân ettiriyordu. Ilk önce 5000 aile getirildi. Daha sonra degisik tarihlerde Karadeniz sahilleri ile Karaman, Aksaray, Egirdir, Bursa, Manisa, Tire, Çarsamba, Kastamonu, Samsun, Sivas ve Izmir gibi yerlerden gelen Türk aileleri ile Istanbul kisa bir zamanda hüviyet degistirerek bir Müslüman Türk sehri haline geldi. Bu hüviyet degisikligi, sadece nüfusla degil, semt isimleri ile de olmustu. Çünkü gelenlerin yerlestikleri bu yerlere onlarin geldigi yerlerin ismi verilmisti. Nitekim, günümüzde bile Aksaray, Karaman, Çarsamba gibi semt isimleri, hâlâ o günün hatiralarini tasimaktadirlar. Her ne kadar Balkanlar'dan da nüfus nakli olmussa da bu, pek fazla bir sey ifade etmiyordu. Çünkü bunlarin sayilari çok azdi. Anadolu'dan getirilen Türklere ev, bag, bahçe verilip vergiden muaf tutulmalari, onlarin sehrin iktisadî hayatini ellerine geçirip bu sahada söz sahibi olmalari içindi.

Harap bir sehri devralan Fâtih'in, Istanbul'u imar ve iskân etmek gibi büyük bir problemle karsi karsiya kaldigi anlasilmaktadir. Bu problemi çözmek ve sehre yeni bir çehre vermek için Osmanlilarin eskiden beri uyguladiklari bir yöntemle meseleye yaklastigi görülmektedir. Bu da biraz önce temas edilen göç uygulamasidir. Baska bir ifade ile Istanbul, fetihten sonraki büyüme ve gelismesini buraya yapilan hâne nakline borçlu görünmektedir. Âsik Pasazâde, Nesrî, Tursun Bey, Dukas, Kritovulos gibi çagdas kaynaklarin verdigi bilgiler ve günümüzde yapilan arastirmalar, Fâtih'in daha ilk günlerden baslayarak Istanbul'u canlandirmak ve senlendirmek için gösterdigi çabayi ortaya koymaktadirlar. Istanbul'un eski olan ve günümüzde bile varligini koruyan mahalle adlari, bize bu yerlesmenin sehir içindeki dagilimi konusunda önemli ip uçlari vermektedir. Çünkü (daha önce de belirtildigi gibi) bu yeni gelenler, yerlestikleri yerlere, geldikleri sehir ya da kasabanin adini vermislerdir. Evliya Çelebi, Seyahatnâmesinde bu yeni gelenlerin kurduklari mahallelerin isimlerini vermektedir.

Fâtih, bir yandan bu sürgünlerle Istanbul'un nüfusunu artirirken, bir yandan da fetihten hemen sonra sehirde genis bir insa faaliyetine girer. O, fetih esnasinda harap olan surlarin onarilmasi ve sehrin yeniden düzenlenmesi isiyle, Istanbul Subasiligina getirdigi Karistiran Süleyman Bey'i görevlendirmisti. Bu arada müsellem ve yaya sancakbeylerine, hendeklerin temizlenmesi emredilmisti. Böylece 13 km. karelik bir alani çevreleyen surlar onarildi. 1457'den sonra daha genis bir imar faaliyetine girisecek olan Fâtih, bir taraftan da esirlerin yevmiye (günlük) 6 veya daha fazla akça karsiliginda çalismalarini emretti. Böylece Rum esirlerinin refah düzeyi yüksek bir duruma gelmeleri saglandi. Bu sayede esirler para biriktirip kendileri için takdir edilen kurtulus akçesini ödeyip hürriyetlerine kavusabileceklerdi. Gerçekten Fâtih, bütün tebeasina (vatandaslarina) özellikle de esirlere karsi çok merhametli idi. O, herkesi ayni standartlara sahip olan esit duruma getirmek istiyordu.

FÂTIH'IN SIYASETI

Istanbul'u feth etmek suretiyle ülkesinin ortasinda bulunan ve bir ada durumuna gelmis bulunan engeli ortadan kaldiran Fâtih Sultan Mehmed, artik Balkanlara dogru yönünü çevirebilirdi. Bu sirada Istanbul gibi Türk topraklari arasinda sikismis bulunan ve Ceneviz'e bagli Enez kalesi ile buna tabi olan Imroz, Limni ve Tasoz adalari da itaat altina alindi.

Ikinci Kosova zaferinden sonra Osmanlilarin Bati'da büyük bir fetih dönemine girmemeleri ve dirayetli bir hükümdar is basina geçtigi takdirde Orta Avrupa'ya dogru Türk hakimiyetinin genislememesi için bir sebep yoktu. Fetihlerinde bir sira ve irtibat görülen Fâtih Sultan Mehmed, Istanbul'u aldigi zaman Balkanlarda karisik bir ortam bulunmaktaydi.

FÂTIH'IN BATI SIYASETI

Fâtih'in, gerek Bati, gerek Dogu, gerekse Kuzey siyasetleri geregi, yaptigi mücadelelerinden (Sefer-i Hümayûn) kisaca ve ana hatlari ile bahs etmek istiyoruz. Zira bütün tarih kaynaklarimiz ve yeni arastirmalarda bu konuda genis ve tafsilatli bilgiler bulunmaktadir. Bu sebeple biz, konuyu bütün teferruatiyla anlatip daha fazla uzatmak istemiyoruz.

SIRBISTAN SEFERLERI

Fâtih'in, Istanbul'u fethinden sonra Balkanlar'da büyük karisikliklarin meydana geldigi bilinmektedir. Ilk bakista bu karisikliklarin Osmanli'ya pek zarari dokunmayacak gibi görünüyor olmalari, Osmanlilarin o havaliye bigane kalmalari için bir sebep degildi. Bunun için Osmanlilar, Orta Avrupa ve Kuzeyden gelebilecek bir tecavüze karsi ülkelerini kolayca müdafaa edebilmek için tedbirler almak zorunda idiler.

Kaynaklarin verdigi bilgiye göre, fethi müteakip her taraftan tebrik için gelen elçi heyetleri arasinda Sirp Kirali Georges Brankovitch'in gönderdigi heyet de vardi. Tarihlerimizde, Vilkoglu diye tanitilan Sirp Kirali Brankovitch, iki yüzlü bir siyaset takip ediyordu. Bir taraftan tebrik için gönderdigi elçi heyeti ile, vaktiyle Osmanlilardan aldigi kalelerden bir kisminin anahtarlarini geri verirken, öte taraftan da Ulah ve Macarlar'la münasebetlere girisiyordu. Vergisini de zamaninda vermiyordu. Kritovulos, Sirp Krali Brankovitch'in bu iki yüzlülügünü su ifadelerle nakl etmektedir:

"O, saltanatinin neye bagli oldugunu iyice anladigindan pâdisahin babasina (Sultan Ikinci Murad) ve Fâtih Sultan Mehmed'e daima itaat edip vergisini de zamaninda öderdi. Fakat bir müddet sonra gizli bazi fikirler besledigi, durumundan anlasilmisti. Zira vergisini zamaninda vermedigi gibi, pâdisahla yaptigi anlasmaya riayet etmeyip Macar ve Ulah'larla Osmanlilar aleyhine olacak sekilde münasebetlerde bulunmaya basladi." Casuslari vâsitasiyle bu durumdan haberdar olan Fâtih, tebrik için gelen Sirp elçilerine iltifat etmemis ve teslim etmek istedikleri kalelerin kafi olmadigini, vaktiyle Osmanlilardan alinan kalelerin tamaminin iade edilmesi gerektigini söylemisti. Buna razi olmayan Sirp Kirali, Osmanli topraklarina tecavüze baslamis, hatta bu yüzden Üsküp yolu kapanarak gidis ve gelisler durmustu. Hoca Sa'duddin, bütün bu bilgileri verdikten sonra "hatta Üsküp yolu mesdud olup âyende ve revende (gelip gidenler, yolcu, ibn sebil) meci' ve zehabtan munkati' oldu" diyerek Sirp Kirali'nin sebep oldugu olaylari anlatir. Bu arada Türk sehir ve kasabalarindan bazilarinin Sirplar tarafindan yagma edildigini, Pristine kadisinin arzindan ögrenen Pâdisah, bir taraftan akincilari Sirbistan üzerine gönderirken, öte taraftan da Sirp Kirali'na haber yollayarak Sirp topraklarinin Lazar'in oglu Stephan'a ve dolayisiyla kendisine ait oldugunu söyleyerek, Sirbistan'i terk etmesini istemisti. Bununla beraber Sofya sehrini kendisine ihsan edebilecegini söyleyen Pâdisah, bu sekil kabul edilmedigi takdirde, Sirbistan aleyhine harekete geçebilecegini bildirmisti. Haberi ***üren elçi, yirmibes günde geri dönmek için emir almisti. Geç kaldigi takdirde öldürülecekti. Halbuki Sirp Kirali bu tarihlerde Tuna'nin öbür tarafinda bulunuyordu. Bu halden faydalanan Sirp ileri gelenleri, Fâtih'in elçisini oyalamaya çalisiyorlardi. Böylece zaman kazanarak savas için hazirliklarini tamamlamak istiyorlardi. Elçi bunu hissettiginden, zamaninda Pâdisahi durumdan haberdar etti. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed, ordusunun toplanmasini bile beklemeden yirmi bin kisilik bir kuvvetle Sirbistan üzerine hareket etti. Böylece Sirbistan'a ilk sefer baslamis oldu. Ordunun büyük kismi Sivricehisar (Ostrowtz)'da Pâdisaha ulasti. Yapilan kusatmalarda bir çok kale zapt edilemesine ragmen bazilari da alinamamisti. Bununla beraber Türk ordusu, büyük basarilar saglamis sayilirdi. Bu basarilarina yenileri eklenebilirdi. Fakat Pâdisah, birdenbire sefere nihayet vererek Edirne'ye döner. Kaynaklarimizin tamami bu dönüsten bahs etmekle birlikte sebebinin ne oldugunu zikretmezler. Bu arada, Sirp ve Macar birlesik ordusu, Sirbistan'da birakilmis bulunan Firuz Bey oglunu maglub edip bir kisim Osmanli topraklarini elde ederler. Buradaki savas, Macarlarin lehine sonuçlanmakla birlikte Jan Hunyad, yalniz kendi ordusu ile Fâtih Sultan Mehmed'e karsi savasamayacagini idrak ederek 1454 yilinin sonuna dogru Imparator Friedrich'e bir mektup yazarak Sirbistan hadiselerini anlatmis ve Hiristiyanligin kurtulmasinin bir Haçli ordusu ile mümkün olacagini bildirmisti. Bunun üzerine mesele Frankfurt'ta ve Wienerisch-neustad't'de toplanan meclislerde müzakere edilmis ve Hunyad'a yardimci bir kuvvetin verilmesi kabul olunmustu.

1454-1455 kisini Edirne'de geçirmekte olan Fâtih'in, harp hazirliklarina basladigi görülmekte, fakat bu hazirliklarin neresi için oldugu bilinememekteydi. Bu siralarda hudud komutanlarindan Evrenoszâde Ishak oglu Isa Bey, Sirplarin, Osmanlilara karsi bir savasa hazirlandiklarini, fakat iç durumu iyi olmayan Sirbistan'in kolayca zapt edilebilecegini bildiriyordu. Bir fesat kaynagi olan Sirbistan'in zapt edilmesi, Pâdisahin, Bati'daki gayelerinin tahakkuku için gerekiyordu. Ayrica bu devletin bulundugu cografî ortam da, bunu gerekli kiliyordu. Bu yüzden hükümdar, 1455 baharinda Edirne'den hareket ederek Sirbistan üzerine yürüdü. Burada basta madenleri ile meshur olan Novaberda sehrinin alinmasina karar verilir. Gerçi bu sehir, Sultan Ikinci Murad zamaninda Osmanlilarin eline geçmisti. Fakat Segedin antlasmasi ile yine Sirplara terk olunmustu. Bu sehir, Osmanlilarin eline geçtikten ve birkaç kale daha feth olduktan sonra Fâtih Sultan Mehmed, Karaca Pasa'yi Sirbistan'i yagmaya memur ederek kendisi ceddi (dedesi) Sultan Birinci Murad'in sehid edildigi Kosova'ya gelir. Bu müddet zarfinda isini bitiren Karaca Pasa, burada orduya katilmisti. Buradan da hep birlikte önce Edirne, arkasindan da Istanbul'a dönülmüstü.

BELGRAD KUSATMASI

Fâtih Sultan Mehmed, 1456 yilinda Macarlarin elinde bulunan Belgrad'i almak için harekete geçer. Zira daha önce bazi bölgeleri Osmanlilarin idaresine geçmis bulunan Sirbistan'i elde tutabilmek ve kuzeyden gelecek istilalari durdurabilmek, ayni zamanda Macaristan'da basarili bir harekâta girisebilmek için Tuna kiyilarinin ve bilhassa Belgrad müstahkem kalesinin elde bulunmasi gerekiyordu. Sehrin bu konudaki degerini daha önce anlamis olan Osmanlilar, Sultan Ikinci Murad devrinde burayi almaya tesebbüs etmislerse de Jan Hunyad'in, Osmanli hududlarina tecavüz etmesi, kusatmanin kaldirilmasina sebep olmustu. Sava ve Tuna nehirlerinin birlestigi noktada kurulmus olan Belgrad'in zapti çok zordu. Çünkü sehir, su yollari vasitasiyle birçok yerden yardim alabildigi gibi müstahkem bir kaleye de sahipti. Etrafinda su ile dolu genis bir hendek vardi. Firsat buldukça civarindaki Müslüman Türk topraklarina saldirmaktan da çekinmeyen, böylece Osmanli güvenligini tehdid etmekte olan bu sehir ve sakinlerinin, kesin olarak Osmanli hakimiyetine girmesi gerekiyordu. Kendi topraklari üzerinde emniyeti saglamayi birinci derecede önemi haiz bir is telakki eden Fâtih Sultan Mehmed, 1456 baharinda Belgrad'i almaya karar verir. Ancak bu sehrin degeri, Sirplar ve Macarlar tarafindan da bilindiginden, her iki devletin burayi kaptirmamak için bütün gayretlerini harcayacaklari tabii idi. Bu sebeple Fâtih Sultan Mehmed, esasli bir sekilde hazirlanma ihtiyaci duydu. Bunun için Morava kenarinda kurdurdugu dökümhânede çalistirilan binlerce isçi tarafindan toplar döküldü. Bunlar arasinda boylari 27 kadem olan 22 büyük top vardi. Ayrica o zamana kadar görülmemis büyüklükte tas gülleler atabilen yedi tane havan topu da yapilmisti. Bunlardan baska, daha küçük muhasara toplari arasinda muhtelif çapta üçyüz kadar top vardi. Bütün kisi hazirliklarla geçirmis olan Pâdisah, baharda büyük bir ordunun basinda Sofya üzerinden Belgrad'a yürüdü. Tuna yolu ile hareket etmis olan ve ikiyüz parçadan ibaret bulunan donanma, Dayi Karaca Bey'in komutasinda idi. Ayrica büyük toplar da Dayi Karaca Bey'in nezâretinde ayni yoldan sevkedilmislerdi. Böylece Belgrad, hem karadan hem de nehir tarafindan kusatilmak isteniyordu.

Yapilan muhasara ve bes yüz kadar askerin kaleye girmeyi basarmis olmalarina ragmen, savas kazanilamadigi gibi Dayi Karaca Bey de, bulundugu metrise bir top güllesinin isabetiyle sehid olmustu. Jan Hunyad, büyük bir kuvvetle yardima geldigi Belgrad'i, simdilik Osmanli'nin eline geçmekten kurtarmisti. Hükümdar, "tedbirlerinin takdire muvafik gelmedigini görünce, geregi gibi sihhat ve selâmetle Dâru's-saltana'ya avdet buyurdular." Öyle anlasiliyor ki, bu muhasara esnasinda, Fâtih'in karargâhina kadar gelmis bulunan düsmandan birkaç kisiyi, genç hükümdar bizzat kendisi kiliçla öldürmüstü. Bu davranis, bozulmaya yüz tutmus olan Osmanli askerine kuvvet ve cesaret asilamis olmalidir ki, yeniden düsmana saldirmislardi. Bununla beraber Sava nehri yolu ile gelen yardima mani olunamadigi için muhasara kaldirilmisti. Uzunçarsili, Fâtih'in bu savastaki durumunu su ifadelerle vererek onun nasil bir bozgunu önledigini anlatir: "Fâtih Sultan Mehmed'in, karargâha hücum eden düsmana karsi gösterdigi sebat ve mukavemet, korkunç bir bozgunu önlemis ve sonu belki de büyük bir Haçli Seferi vücuda getirebilecek olan tehlikeyi bertaraf etmistir. Bu mücadelede düsman da fazlaca yipranmis oldugundan çekilmis, Osmanli kuvvetleri de bu seferden basarisiz dönmüslerdir." Bu savasta yaralanmis olan Jan Hunyad da 20 gün sonra 11 Agustos 1456'da ölmüstü.

SEHZÂDELERIN SÜNNET DÜGÜNÜ

Belgrad seferinden dönen Fâtih Sultan Mehmed, Edirne'deki ikameti esnasinda biri (Bâyezid) Amasya'da, digeri (Mustafa) Manisa'da sancakbeyi olan iki sehzâdesinin sünnet edilmelerine karar verir. Bunun üzerine her iki sehzâde de merkeze çagrilir. Bu dügün için Fâtih, çevre hükümdarlara dâvetiyeler göndererek, onlarin da bu mutlu günlerinde yanlarinda bulunmalarini arzu eder. Fâtih'in, ilim adamlari ile halka karsi nasil davrandigini, nasil bir protokol uyguladigini göstermesi bakimindan önemli olan bu dügünden, bütün Osmanli kaynaklari bahsederler. Bununla beraber biz, bu dügünde hazir bulundugunu söyleyen Âsik Pasazâde'nin müsahedelerine dayanarak verdigi malumati özetleyerek buraya almak istiyoruz:

O vakit, Sultan Bâyezid Amasya'da idi. Onu getirtti. Mustafa Çelebi dahi o vakit Manisa'da idi. Onu dahi getirtti. Bunlar hep Edirne'ye geldiler. Dügüne basladilar, Etrafa agirlikla davetçiler gönderdiler. Bütün sancak beyleri ve her sehrin ululari geldiler. Nice günlük yollar dügüncülerle dolmustu. Edirne'nin çevresine konup doldular. Pâdisahin otag ve çadirlarini Ada'ya kurdular. Pâdisah dahi devletle Ada'ya geçip oturdu. Her tarafin halki, tayfa tayfa geldi. Önce ulemâ davet olundu. Pâdisah dahi gelip tahta oturdu. Sag tarafina fâzil kimselerden olan "Mevlânâ Fahreddin" oturdu. Solunda ise "Mevlâna Tosyavî" oturdu. Pâdisahin karsisinda ise "Mevlâna Sükrullah" oturdu. Onun yanina Hizir Bey Çelebi oturdu.

Emr olundu: Hafizlar, Kelâm-i Kadim-i Rabbanî (Kur'an-i Kerim) okudular. Ulemâ, okunan bu âyetlerin tefsirini yaptilar. Ilmî sohbetler olundu. Ondan sonra izin verildi: Edipler, güzel medihler ve gazeller okudular. Pâdisaha layik sohbetler yapildi. Ondan sonra izin oldu: Sofralar kuruldu, nimetler yenildi. Yemekten sonra yine edebiyatçilar okudular. Ondan sonra tekrar Kur'an okundu. Ondan sonra sekerli seyler getirdiler. Her ilim ehlinin önüne sini koydular. Bu ulemânin hizmetkârlari futalar doldurdular. Fakir (ben) dahi bir futa doldurdum, hizmetkârima verdim. Ondan sonra pâdisah, gelen bu hürmete lâyik kisilere ihsanlarda bulundu. Niceleri fakir geldi, zengin gitti.

Ikinci gün fukara tayfasi davet olundu. Onlara da geregi gibi hürmet olundu. Pâdisahin ihsanlari bunlara da yetisti. Bunlar da "Fukarâ Kanunu" geregince saygilarini gösterdiler.

Üçüncü günü begler (emîr) davet olundu. Bunlara dahi Pâdisah kanunu nasilsa öylece yapildi. Bu dügünün tarihi hicretin 861'inde vaki oldu.

d- SIRBISTAN'IN ILHAKI: Osmanli kuvvetlerinin Belgrad'dan çekilmelerinden sonra sira tekrar Sirbistan'a gelmisti. Georges Brankovitch ile, Jan Hunyad'in kayinbiraderi olan Belgrad valisi Mihail arasinda eskiden beri bir sogukluk bulundugundan Mihail, bir ara Brankovitch'i yakalayip haps etmisti. Brankvitch 30 bin altin ödedikten sonra serbest birakilmisti. Ihtiyar Brakovitch, 1457 senesinde ölmüs, Greguvar, Etyen (Istefan) ve Lazar adinda üç erkek ile Sultan II. Murad'dan dul kalmis olan Mara (Meryem Sultan) adinda bir kiz evladi birakmisti.

Brankovitch'in ölümü üzerine, Sirbistan'in idaresini ele geçiren en küçük kardes Lazar, öldürme tehdidi ile diger kardeslerini ülkesinden kaçirmisti. Brankovitch'in kizi Mara da Osmanlilara siginmisti. Fâtih Sultan Mehmed, onun taht üzerindeki hakkini koruyacagini bildirerek kendisine Serez taraflarinda mülk verdi. Böylece Mara, refah içinde bir hayat geçirdi.

Yeni Sirp despotu Lazar, bir sene sonra 1458'de öldü. Ülkesi, esi Elen ile küçük yastaki kizina kaldi. Elen, Sirbistan'in elinden alinma ihtimalini düsünerek burayi malikâne olarak Papa'ya peskes çektigi gibi kizini da Bosna kralinin ogluna nikahladi.

Elen'in, oynamak istedigi oyundan haberdar olan Osmanli Devleti, Sirbistan isini kesin olarak çözüp bir sonuca baglanmaya karar verir. Bu sebeple Pâdisah, hicrî 862 (1458)'de Mora seferine giderken Mahmud Pasa'nin maiyyetine bin kadar yeniçeri vererek onu Sirbistan üzerine gönderir.

Mahmud Pasa, Sirplarin baskenti olan Semendire etrafindaki bazi kaleleri aldiktan sonra Semendire'yi kusatir. Pasa, sehrin dis istihkamlarini aldiysa da sehri zapt edemeyerek muhasarayi kaldirir. Bu arada Ostroviç (Sivricehisar), Rodnik ve Sabaç (Bögürdelen) gibi yerleri alir. Bögürdelen'in alinmasindan sonra Macaristan'a akinlarda bulunur.

Bu esnada Mora seferinden dönmüs olan Fâtih Sultan Mehmed, Mahmud Pasa ile bulusur. Sirbistan isinin tamamen bitmesi için Mahmud Pasa'yi Semendire üzerine tekrar gönderir. Daha önce, çevresindeki kaleler Osmanlilarin eline geçtikleri için Semendire bir bakima yalniz ve yardimsiz kalmisti. Bu durum karsisinda, direnmenin fayda vermeyecegini anlayan Elen, hazineleri ile birlikte gidebilme sarti ile teslim olur. 8 Kasim 1459'dan itibaren Osmanli idaresine giren Sirbistan, bu devletin, bir sancagi olarak "Semendire Sancakbeyligi" adi ile bir akinci komutana verilir. Burasi, Belgrad'in zaptina kadar Macaristan'a yapilacak akinlar için ve kuzeyden gelecek tehlikelere karsi iyi bir üs oldu.

MORA SEFERLERI

Istanbul'un fethi sirasinda Mora, son Bizans Imparatoru Konstantin'in kardesleri Dimitrios ile Thomas tarafindan idare ediliyordu. Bizans Imparatorlugu'nun en yakin vârisleri olan bu iki sahsin, imparatorluga hak iddia edebilecek durumda olmalari, bir mana ifade etmemekle birlikte, ilerisi için bir tehlike arzediyordu. Bu mirasçilar ortada bulundukça Bizans meselesi, tedavisi mümkün olmayan bir çiban gibi sürüp gidebilirdi. Nitekim Imparator Konstantin'in ölümü üzerine Mora Rumlari, imparatorun kardesi Dimitrios'u imparator yapmak istemisler, fakat kardesi Thomas razi olmadigi için bunu yapamamislardi. Sonunda Mora, bu iki kardes arasinda taksim olunarak iki Rum devleti ortaya çikmisti. Dimitrios'un devlet merkezi Mistra (Hammer, III, 40, Isparta), Thomas'inki de Patras idi. Her iki kardes, mücadelelerinde, Mora Arnavutlarindan yardim alarak birbirleri ile ugrasiyorlardi. Bu esnada Osmanlilar, bunlara müdahelede bulunmayarak seyirci kalmislardi.

Iki kardes arasindaki mücadelede, Dimitrios'a ait bazi yerlerin Thomas'in eline geçmesi üzerine Dimitrios'un Osmanli Pâdisahina elçi göndererek yardima istemesi, Thomas'in anlasmalara aykiri hareket ederek vergisini göndermemesi ve Latinlerle ittifak kurmasi gözönünde bulundurularak, Mora'ya sefer yapilmasina karar verildi. Fâtih, bütün gizlilik kaidelerine riayet ederek yapacagi seferin nereye olacagini açiklamadan, bir ihtiyat tedbiri olarak Mahmud Pasa'yi Sirbistan taraflarina yollar. Bu esnada kendisi de Mora üzerine hareket eder. 1458 Mayis'inda, ordunun toplanti yeri olan Serez'de bütün askerî tedbir ve tertibatini aldiktan sonra Mora'ya hareket eder.

Osmanli kaynaklari (Âsik Pasazâde, s. 149; Hoca Sa'duddin, I, 463), Mora seferi ile ilgili olarak baska bir sebep daha göstermektedirler. Buna göre, Serez'den bir genç, düstügü bir ask sevdasi yüzünden Mora'daki Ballabadra sehrine gittigi zaman, orada Müslüman kadinlarin çok kötü ve berbat bir hayat sürdüklerini, kâfirlerin en bayagi ve agir islerini yapmak zorunda kaldiklarini görür. Tamami gözü yasli olan bu kadinlarin, kocalarinin da hapse atilmis olduklarini, bu yüzden herkesin canindan bezmis oldugunu ögrenir. Genç, gizlice bu kadinlarla konusup durumlari hakkinda onlardan bilgi alir. Insani üzüntü ve kedere gark bu vaziyeti ögrenen genç adam, derhal pâdisahin katina gelerek yüce divanda üzüntülerini açiklayarak Müslüman kadinlarin, din düsmanlarinin elinden çektikleri eziyet ve gördükleri iskenceleri bizzat gördügünü bir bir açiklar. Pâdisah, din düsmanlarinin, Müslümanlara yaptiklari iskence ve çetkirdikleri eziyetleri ögrendigi zaman, problemin, kökünden halli için, bu ülkenin de idaresi altina girmesinden baska çikar yol olmadigi kanaatine varir. Bu olay, daha kis aylarinin bitmedigi bir zamanda olmustu.

Mora'nin elde edilmesi, Osmanlilar bakimindan büyük bir önem tasiyordu. Osmanlilar, burayi Italya'ya yapacaklari seferler için bir üs olarak kullanacaklardi. Zira, Balkanlari nüfuzu altina alarak bir Akdeniz Imparatorlugu kurmak isteyen Napoli ve Aragon Krali V. Alfons, Arnavutluk Prensi Iskender Bey'i, Osmanlilara karsi destekleyip ona yardim ediyordu. Adi geçen kral, daha önce de Mora despotu Dimitrios ile Mora'yi nüfuzu altinda bulunduracak sekilde bir anlasma yaparak onu himayesine almisti. Bütün bunlar, Osmanlilara karsi onun düsünce ve tavrini ortaya koyuyordu. Böylece V. Alfons, Osmanlilarla mücadele etmek üzere Arnavutluk ile Mora'yi üs olarak kullanmak istiyordu. Fakat Osmanlilar, daha atik davranarak onlara karsi olan planlarini uyguladilar.

Teselya'ya giren Osmanli ordulari, Korent berzahina dogru yürüyerek yollari üzerindeki Filke kalesini aldilar. Sarp bir mevkide bulunan ve üç kat sur ile çevrili olan bu müstahkem kalenin zapti kolay degildi. Bununla beraber sehir ve kalesi, Anadolu kuvvetleri tarafindan muhasara edildi. Genç Fâtih, buranin düsmesini beklemeden Mora'ya girer. Burada birçok sehir ve kaleyi feth eden pâdisah, dört ay sonra Korent'e döndügü zaman burasi henüz fethedilememisti.

Osmanli hükümdari, Mora'nin anahtari durumunda bulunan Korent'in zaptinin, Mora'nin kolayca ele geçirilmesini saglayacagini bildiginden burayi almak istiyordu. Mücadeleler sonunda, Fâtih'e karsi koyamayacagini anlayan sehir halki, baris yapmak suretiyle teslim olmaya karar verdigini hükümdara bildirir. Bunun üzerine Mora despotlari ile Osmanlilar arasinda asagida belirtilen sartlara göre bu anlasma yapilir:

1. Muahede geregince Korentliler, mallarini muhafaza edebileceklerdir.

2. Osmanlilarin, Mora'da zapt ettikleri sehir ve kaleler, yani Mora'nin üçte biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti idaresinde kalacaktir.

3.
Mora'nin diger sehir ve kaleleri, Dimitrios ile Thomas'in idaresinde bulunacak ve bunlar her sene üçer bin altin vergi vereceklerdir.

4. Hariçten bunlara bir taarruz vuku buldugu zaman Osmanli hükümdari despotlari müdafaa etmeyi üzerine alir.

Bu anlasma ile, Mora'nin, Venediklilere ait kisimlari hariç olmak üzere bir kismi dogrudan, bir kismi da vergi vermek suretiyle Osmanlilara baglanmis oldu. Fâtih, Kuzey Mora sancakbeyligine akinci komutanlarindan Turahan Bey oglu Ömer Bey'i tayin eder (Temmuz 1458). Mora seferi esnasinda Atina da Türk idaresi altina alinir.

Thomas, yeminle saglamlastirilan anlasmayi ve üzerinde ittifak saglanan sartlari üç ay sonra bozar. Çünkü o, Mora'daki Arnavutlara güveniyordu. Bu sebeple hem kardesi Dimitrios, hem de Osmanlilara karsi yeniden mücadeleye baslar. Daha sonra iki kardes, aralarindaki çarpismadan ne kadar zarar gördüklerini anladiklari için barisirlar. Aralarinda bir ittifak kurarak Osmanlilara karsi vaziyet alirlar. Bu durumu ögrenen Fâtih Sultan Mehmed, Zaganos Pasa'yi Mora'ya gönderir. Osmanlilara karsi bir sey yapamayacagini anlayan Thomas, baris talebinde bulunur. Doguda bas gösteren Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan gailesi yüzünden, fazla agir olmayan sartlarla yeniden bir anlasma yapilir. Bununla beraber Thomas, bu sartlari da yerine getirmeyince, Uzun Hasan'in bütün tahriklerine ragmen o tarafa hareket edilmeyerek Mora isini temelden bir sonuca baglamak için, Fâtih-'in idaresindeki Osmanli ordusu, Mora'ya hareket eder. Korent'e gelen hükümdar, Thomas'in üzerine gitmeden önce birdenbire yön degistirerek Isparta üzerine yürür. Dimitrios teslim olur. Fâtih'e karsi koymak üzere sahildeki Matina kalesine çekilen Thomas ise, bütün sehirlerini kaybettikten sonra Kalamata'ya gider. Orada da tutunamayacagini anlayinca Roma'ya Papa II. Pi'nin yanina siginir. Böylece Mora yeniden ve tam***** yakini Osmanlilarin eline geçer. Fâtih, Mora halkindan bir kismini Istanbul'a naklettirip onlarin yerine Türk göçmenleri yerlestirir (hicrî 856/m. 1460).

Teslim olup Pâdisahin yanina gelen Despot Dimitrios'a, Enez sehri ikametgâh olarak gösterilerek oradaki tuz madenlerinden senelik altmis bin akça varidat (gelir) tahsis edilir.

EFLÂK'IN HAKIMIYET ALTINA ALINMASI:

Tuna nehrini, devleti için tabii bir sinir kabul ettigini tahmin ettigimiz Fatih Sultan Mehmed ve hatta daha önceki Osmanli hükümdarlari, bu nehrin kuzeyinde bulunan ve bugünkü Romanya'yi teskil eden Eflâk ile Bogdan prensliklerini himayeleri altinda bulundurmayi kafi görüyorlardi. Bununla beraber, bunlarin kendilerini mesgul edecek kadar kuvvetli olmalarini veya büsbütün zayif düsmelerini de istemiyorlardi. Muhtemelen Osmanlilar, tabii sinirlarinin disinda mütalaa ettikleri bu prensliklerin, daha uzakta bulunan Lehistan ve Macarlarla kendi aralarinda tampon bir devlet olarak kalmalarina taraftardilar. Osmanli sinirlarina yakin bulunmasindan dolayi Eflâk'ta Osmanli nüfuzu gün geçtikçe artmaya basladi. Bu sebeple Eflâk daha Yildirim Bâyezid zamaninda senelik bir vergi vermeyi kabul etti.

1456 yilinda Fâtih, Wlad'i Eflâk prensligine tayin etmisti. Wlad, kardesi Radul ile birlikte Osmanli sarayinda rehine olarak bulunmustu. Hüküm sürdügü memlekete Fâtih'in yardimi ile sahip olmasina ve Pâdisaha karsi dost kalacagina dair yemin etmis bulunmasina ragmen Wlad, sözünde durmayarak Osmanlilar aleyhine Macarlarla anlasma yapacaktir.

Fâtih'in, Karadeniz ve Trabzon'da bulundugu siralarda, Eflâk'ta bazi hadiseler olmaktaydi. Burada Türklerin "Kazikli Voyvoda", Macarlarin "Drakul" (Seytan), Ulahlarin "Çepelpuç" (Cellad) dedikleri Wlad adinda zulüm delisi bir adam, halka idarenin en korkuncunu tattirmaktadir. Tarihçi Tursun Bey tarafindan "Keferenin Haccac'i" diye vasiflandirilan bu adam, vahsi ve insanlik disi birtakim zevklere sahipti. Hammer, onun yukaridaki sifatlarini verdikten sonra, bunun yaptigi barbarliklara da örnekler verir. Bu sahsin daha iyi taninmasi ve farkli milletler tarafindan aldigi bu lakaplarda ne kadar hakli (!) oldugunu ortaya koymasi bakimindan bir kaç örnek vermek yerinde olacaktir. O, kaziklara vurulmus ve iskence içinde can vermekte olan Türklerin meydana getirdigi büyük halkanin ortasinda, saray halki ile birlikte yemek yemekten zevk alirdi. Eline Türk esirleri geçince ayaklarindaki derinin yüzülmesini ve meydana çikan kirmizi etlere tuz ekilmesini, sonra da bunlari keçilere yalatmasini emrederdi. Böylece, diri diri ayaklarinin derisi yüzülen esirlerin iskencesi, daha büyük olurdu. O, kendisine gönderilen Osmanli elçilerinin sariklarini baslarina çiviletmistir.

Wlad'in yaptigi hareketlerden bazilarini görmezlikten gelen Fâtih Sultan Mehmed, onu Istanbul'a davet eder. Ancak Wlad, düsmanlarinin çoklugundan ve memlekette bulunmadigi bir sirada tac ve tahtinin Macarlara verileceginden korktugundan, Eflâk'i düsmanlarina karsi muhafaza edecek bir kuvvetin gönderilmesini rica eder. Bunun üzerine Pâdisah, Silistre Beyi Yunus Bey ile Çakircibasi Hamza Bey'i Eflâk'i beklemek üzere görevlendirir.

Yunus Bey ile Çakircibasi Hamza Bey, Tuna kenarina geldikleri vakit, nehrin donmus oldugunu görürler. Bununla beraber Tuna'yi geçmek hazirliklari yaptiklari ve dostluktan baska bir sey ümid etmedikleri, hatta itibar göreceklerini sandiklari bir sirada Wlad'in büyük bir saldirisina ugrarlar. Bu baskinda Yunus Bey sehid, Hamza Bey de esir edilmisti. Wlad, daha sonra Hamza Bey'i öldürerek basini Macar kralina gönderir. Kan dökücü Wlad, aldigi esirlerin tamamini kaziga vurduktan sonra, Osmanlilara ait bazi sehir ve kasabalari tahrip etmekten de çekinmez.

Bütün bu olanlari haber alan Fâtih Sultan Mehmed, hiddetinden ve üzüntüsünden yerinde duramayarak 150 bin kisilik bir ordu ve 25 büyük, 150 küçük parça deniz kuvveti (nehir donanmasi) hazirlayarak, Allah'in kullarina zulm eden bu zâlimi ortadan kaldirmak için Eflâk seferine çikar (H. 866/1462 M.) Fâtih, Eflâk ortalarina kadar gittigi halde, Wlad'in kuvvetleri ortalarda görünmüyorlardi. Wlad, Fâtih'in, casuslari vasitasiyle önceden haber aldigi bir gece baskini düzenleyerek Pâdisahi öldürmek ister. Fakat bunda muvaffak olamadigi gibi, perisan bir halde canini zor kurtarip kaçabilir. Osmanli akincilari onu bulmak için bütün bir Eflâki tararlar. Pâdisah da ordusuyla prensligin baskentine yürür. Sehrin yakininda kaziklanmis 15 bin adamdan kurulu korkunç bir orman görünce nefretle "Devlet kuvvetini böyle kullanmis, tebeasina ve Allah'a karsi bu denlü cinayetler islemis bir adam, asla itibara layik degildir" der.

Yarali olarak kaçip Macarlara siginan Wlad, onlardan yardim ister. Fakat Macar Krali, hiç yoktan Osmanlilarla bir anlasmazliga düsmek istemediginden bu yardimi yapmamis, hatta Wlad'i yakalayarak haps etmisti. Öte taraftan Osmanlilar, Wlad'in kardesi Radul'u oniki bin duka yillik vergiye baglayarak Eflâk prensliginin basina getirdiler. Böylece Eflâk, mümtaz bir eyâlet haline getirilerek, Osmanlilara sikica baglanmis oldu. Wlad, Radul'un ölümü üzerine zindandan kaçip tekrar idareyi ele almak istediyse de öldürülerek kesik basi memleket memleket dolastirilir.

BOSNA-HERSEK'IN ALINMASI

Balkanlari ve hatta Tuna'nin güneyinde kalan bütün Avrupa topraklarini kendi devletinin sinirlari içinde görebilecek duruma gelmis olan Fâtih Sultan Mehmed için Bosna, özel öneme sahip bir yerdi. Fâtih, Papalik ve Venedik'in, diger Avrupa devletleri ile birleserek kendisine doguda sinir komsusu bulunan Türk ve Müslüman devletleri de kendisinin aleyhine tahrik ederek, Osmanli Devleti'ni iki taraftan nasil sikistirmak istediklerini, kuvvetli istihbarat teskilâti vasitasiyle iyi biliyordu. O, Istanbul'un fethinden sonra, Avrupa'da meydana gelen reaksiyonu da iyi takip ediyordu.

Istanbul'un fethi ile ticarî menfaatleri sarsilmis olan Venedik Hükümeti, Mora'nin Türklerin eline geçmesinden büsbütün müteessir oldu. Ege denizindeki Osmanli faaliyetlerini de yakindan takip eden Venedik, Osmanlilarin aleyhinde olacak sekilde, onlarin etrafinda bir ittifak çenberi meydana getirmeye çalisiyordu. Bunu bilen Fâtih, büyük bir deniz kuvvetine sahip olan Venedik'e yardimda bulunabilecek olan Macaristan'la, ikisinin arasina girmenin askerî bakimdan gerekli olduguna inaniyordu. Bu sebeple, zaten Katoliklerden nefret eden Bosna Kralligi'ni feth etmeye karar verir. Böylece aleyhindeki ittifak çenberini kirip ortadan kaldiracakti.

Bosnalilar, Katolik baski ve tazyiklerinden biktiklari, Türklerin izse din ve mezheb serbestisine büyük bir saygi gösterdiklerini bildiklerinden, Osmanlilara karsi koymaya pek taraftar degillerdi. Bu sebeple Kral mukavemet edemedi. Bu arada orduyu hümayun üç koldan Bosna'ya girmis ve bütün bir Bosna topragini feth etmisti. Halki, kendine yakin gören Fâtih, burayi Minnet Bey idaresinde bir sancak beyligi haline getirerek Osmanli topraklarina ilhak eder.

Halkin, Osmanlilara karsi olan sevgisinden dolayi eli silah tutanlarin tam***** yakini orduya alinir. 30 bin Bosnali ise yeniçeri gibi hizmet etmek üzere Pâdisahin sancaklari altinda yemin eder. Bosnalilar, bir müddet sonra da Islâmiyeti kabul ederek "din-i mübin-i Islâm" ile sereflenirler. Bu olaylar, hicrî 867 (m. 1463) yilinda olmustu.

Bu sefer esnasinda, Hersek Dukasi Stefan Kosariç de küçük oglunu rehine vererek bagliligini arzetmis bulundugundan, yerinde birakilir. Bu çocuk ihtidâ edip (Islhamiyeti kabul edip) "Ahmed" ismini aldi ki, daha sonra "Hersekzâde Ahmed Pasa" adi ile anilarak damad ve sadrazam olur. Hersek, Duka'nin ölümünden bir süre sonra, Osmanli topraklarina katilir.

OSMANLI - VENEDIK MÜNASEBETLERI

Baslangiçta, Osmanlilarla dostça geçinmeyi iyi bir tedbir olarak kabul eden ve ekonomileri açsindan bunu lüzumlu gören Venedikliler, daha sonra bu fikirlerini degistireceklerdir. Zira, Türklerin Mora ve Sirbistan'a sahip olmalari, Arnavutluk'ta faaliyet göstermeleri ve Ege denizini ele geçirmek istemeleri, Venedik devlet adamlarini Osmanlilara karsi farkli bir sekilde düsünmeye sevk etmistir. Bu yüzden onlar, Türkleri bu faaliyetlerinden vazgeçirmek ve hatta bunlari durdurmak için sür'atle bazi tedbirlerin alinmasi gerektigine karar verirler. Onlar, ya harb edecekler veya Yunanistan ile Balkanlar'daki bütün mevzilerinden geri çekileceklerdi. Bu durum karsisinda Venedikliler, Fransa, Burgonya, Milano, Papa, Macaristan, Uzun Hasan ve müttefikleri olan Karamanlilara bas vururlar. Böylece Osmanlilari iki cepheli bir savasla tehdid etmek istiyorlardi. Onlar, 1463'te, Arnavutluk Prensi Iskender ile Osmanlilarin aleyhine bir ittifak kurdular. Bu arada Macarlarla da ayri bir ittifaka girerler. Bununla beraber, takriben 16 sene devam edecek savaslar sonucunda Venedik hükümeti, en agir sartlar karsiliginda bile olsa, Osmanlilarla baris yapmayi daha kârli görecektir. Bu sebeple Venedik Senatosu'nun 25 Nisan 1479'da tasdik ettigi Osmanli-Venedik barisi, 25 Ocak 1479'da imzalanmis olur. 14 maddeden meydana gelen bu baris anlasmasi, Osmanlilarin lehine ve Venediklilerin aleyhine olmustu. Denebilir ki, bu kadar yil devam etmis olan muharebeler, Venedik ve müttefiklerine maglubiyet, Osmanlilara ise dünyanin en büyük devleti olma gibi bir gâlibiyet temin etmistir.

BOGDAN MESELESI:

1455'te Osmanli hakimiyetini tanimak ve yilda 12.000 altin vermeyi kabul etmek zorunda kalan Bogdan, Osmanlilarin, karada ve denizde birçok devletle ugrasmak zorunda kaldiklarini görünce bu hakimiyetten kurtulmak isteyecektir. Daha sonra temas edilecegi gibi Osmanlilar, 1473 yilinda Uzun Hasan üzerine yürümek zorunda kalmislardi. Sayet bu savasta maglub olsalardi, Bogdanlilar Macarlarla birleserek Osmanlilar aleyhine müstereken harekete geçeceklerdi. Ancak Osmanlilarin büyük bir galibiyet elde ettiklerini görünce bu düsüncelerinden vaz geçerler. Bununla beraber, daha sonra Osmanlilar ile Bogdanlilar arasinda savaslar olacak ve Fâtih, bizzat Bogdan'a girecek, Bogdan Voyvodasi ise kaçacaktir. Bununla beraber bir müddet sonra Bogdan Voyvodasi, Pâdisaha müracaat ederek, simdiye kadar vermekte oldugu "üçbin sikke-i efrencî" yerine alti bin flori verecegini, Osmanlilarin dostuna dost, düsmanina düsman olacagini bildirir. Pâdisah bunu kabul etmis ve Bogdan'i bu sartlarla affetmisti.

FÂTIH'IN EGE DENIZI SIYASETI

Istanbul'u feth eden Osmanli Pâdisahi, Çanakkale Bogazi'na ve Türk sahillerine yakin olanlardan baslamak üzere, Ege'deki adalara nüfuz etmeye çalisir. Böylece, yabancilara siginacak bir yer birakmamaya, ve kendi sahillerine yapilabilecek korsanlik hareketlerini önlemeye çalisiyordu. Gerçekte, Anadolu topraklarinin bir devami telakki edilen bu adalarin bir kismi Bizans'a, bir kismi da Venedik ve Cenevizlilere ait bulunuyordu. Yalniz Rodos Adasi bunlarin disinda idi. Istanbul'u fethetmeye muvaffak olan Fâtih, Bizans'a ait olan bütün topraklarin kendi idaresi altinda tekrar birlesmesini istiyor gibidir. O, kendi topraklarina yakin yerlerde bir yabancinin ticaret yapmasina degil, dolasmasina bile tahammül edemiyordu. Zira böyle bir durum, zamanla kendi ülkesini tehlikeye sokabilirdi. Korsanlik hareketleri ile kendisine ait sahil kentleri vurulabilirdi. Bu sebeple o, Ege Denizi'nde Bizanslilar ile baska milletlere ait olan adalari almak üzere harekete geçer. Çanakkale Bogazi'na yakin adalardan baslayarak yavas yavas Ege Denizi içlerine dogru ilerleyen Fâtih, bu deniz üzerinde iki istikamet (yön) takib eder. Bunlardan birincisi onu Italya'ya ***ürecektir. Gerçekten, bu yolun üzerindeki adalari teker teker aldiktan sonra Italya topraklarina asker çikarir. Ikinci yol ise Anadolu sahillerinin yakinindan geçmekte idi. O, bu yol üstündeki adalarin (Midilli, Sakiz, vs.) bir kismini haraca baglayarak bir kismini da ilhak ederek Rodos'a kadar gider.

Surasi unutulmamalidir ki Ege adalarinin ilhaki, pek kolay olmamistir. Zira Osmanlilarin bu tesebbüslerine karsi gerek Papalik, gerekse Venedikliler ile Napoli Kiralligi, donanmalariyla buna mani olmak istemislerdi. Hatta zapt edilen bazi adalari tekrar geri almislardi. Osmanlilar, buralari yeniden almak için yeni donanma sevk etmek zorunda kalmislardi. Böylece elden ele geçen adalar, nihayet kesin olarak Osmanli idaresinde kalmistir.

ENEZ, IMROZ, SEMADIREK VE TASOZ'UN ALINMALARI:

Sirbistan seferinden sonra Enez, Imroz ve Semadirek Beyi olan Dorya ile hükümet idaresinde ortagi olan yengesi arasinda çikan ihtilaf üzerine kadin, yüksek hakimiyetini tanidigi Osmanlilara müracaat ile sikâyette bulunmustu. Gerek kadinin müracaati, gerekse Enez Beyi'nin devletle yapmis oldugu anlasmayi bozmasi, keza Enez halkinin Ipsala ve Ferecik taraflarindaki Müslüman Türklere ait köle ve cariyeleri kaçirarak satmalari üzerine Enez'in alinmasi kararlastirildi. Bundan sonra Enez, karadan bizzat pâdisah ve denizden donanmanin tazyiki ile kisa bir sürede alindi.* Bundan sonra diger adalar da alindi. Bu adalarin Osmanli idaresine girmesi 1456 yilinda olmustu.

LIMNI ADASININ ZAPTI

Enez, Imroz ve Tasoz'un alinmasindan sonra yine 1456 senesinde Limni halki ile Midilli Prensi Nikola Gateluziyo'nun kardesi olan Limni Prensi arasinda anlasmazlik çikar. Ada halki, prensi istemeyerek onun yerine bir Türk beyinin gönderilmesini istediginden Osmanlilar da himayelerinde bulunan Limni adasina Gelibolu'nun eski Sancakbeyi ve kaptani olan Hamza Bey'i gönderirler.

MIDILLI ADASININ ZAPTI

Osmanli sahillerinin yakininda bulunup korsan yatagi olan ve Aragon korsanlarinin Türk sahillerini vurup getirdikleri mallardan hisse alan, baska bir ifade ile korsanlarla birlikte hareket eden Midilli Prensi'nin hakkindan gelinmesi kararlastirildi. Bu siralarda Fâtih Sultan Mehmed, Edirne'de bulunuyordu. Edirne'ye davet ettigi deniz komutanlari ile görüstükten sonra büyük bir donanmanin hazirlanmasini emr etti.

Bütün hazirliklar tamamlandiktan sonra 1462 senesinde Mahmut Pasa komutasindaki donanma irili ufakli ikiyüz parça gemi ile denizden ada üzerine yürüdü. Mahmut Pasa, adanin merkezi olan Midilli önlerine asker çikararak sehri kusatir. Bursa yolu ile hareket eden hükümdar, adanin karsisindaki Edremit körfezine inmis ve oradan da Ayvalik'in güneyindeki Ayazmend (Altinova)'e gelmisti. Sultan Mehmed, muhasaranin iyice sikistigi bir zamanda bir harp gemisiyle adaya geçer. Oradaki durumu inceledikten sonra tekrar Ayazmend'e döner.

Midilli halki, daha fazla dayanamayacagini anlayinca teslim olur. Mahmud Pasa, ada idaresinin tanzimi ile görevlendirilmisti. Üç kisma ayrilan ada halkinin bir kismi yerlestirilmek üzere Istanbul'a gönderilir.

EGRIBOZ ADASININ FETHI

Venedikliler, Ege Denizinde Osmanlilara ait bazi adalar ile Foça'yi vurmuslardi. Fâtih bu harekete karsi, Venedik'in Ege'deki en büyük müstemlekesi olan Egriboz adasini ele geçirmeye karar verir. Böylece bu devlete en büyük darbeyi vurmus olacakti.

Bu sebeple Mahmud Pasa'yi Derya Kaptanligi'na tayin ederek üçyüz parça gemi ile denizden göndermis, kendisi de 70 bin kisilik bir ordu ile karadan hareket etmistir. Evripos kanalinin en dar yeri olan Kulkis'ten gemilerden bir köprü yaptirarak ordusunu derhal adaya geçirip birkaç hücumdan sonra kaleyi feth etmisti. (1470)

Egriboz Adasi'nin, Osmanlilar tarafindan zapti, Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür meydana getirmisti. Bu hal, özellikle Venedik ve Italya'nin diger devletleri arasinda derin bir endiseye sebep olmustu. Zira Dogu Roma (Bizans, Istanbul) gibi Bati Roma'nin da elden gidecegi telasina kapilan Papalik, her taraftan yardim taleb etmisti.

Toplam 597166 ziyaretçi (1051665 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol